İçindekiler
Modern ekonominin doğuşundan bu yana dünyadaki tüm ekonomiler çeşitli krizlerle mücadele etmiştir. Bu doğrultuda insanoğlu olarak takas, yani trampa ekonomisinden para temelli bir yapıya döndüğümüzden bu yana, en doğru finansal yönetim şeklini arıyoruz. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki; sonuçları bakımından bir dünya savaşına neden olduğuna inanılan 1929 Büyük Buhranı ile yine büyük savaşlar çıkaracak kadar büyük bir finans ile borç krizine dönüşen 2008 Küresel Finans Krizi iktisat yazınında sürekli karşılaştırılmaktadır. Gerçekten de insanların sokakta “açız” pankartlarıyla dolaşıp eylem yaptığı ve ikinci dünya savaşı öncesi o günlerden teknolojinin oldukça yoğunlaştığı ve globalleşmenin artık karşı gelinemez bir olgu olarak ortaya çıktığı 2000’li yılların başına yaşanan bu iki krizin ortak ve farklı noktaları çok önemlidir.

Şurası da açıktır ki; yaşanan finansal krizler artık neredeyse küresel anlamda sıradan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Covid-19 dönemi sonrasında olduğu gibi IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası finansal kuruluşlar ülke ve devletlerle bir araya gelip çözümler aramakta, krizlerin derinleşmesini önlemeye çalışmaktadır. Bütün bunlara rağmen, 1929 ve 2008 krizlerinin neden ile sonuçlarını karşılaştırmak gelecek adına dersler çıkarmamıza yardımcı olacaktır.
1929 Buhranı Dönemi
1929 krizi de tıpkı 2008 küresel finans krizi gibi önce ABD borsasında başlamış ve sonrasında bütün dünyaya yayılmıştır. 1928 yılının sonunda bir nevi türev ürün olarak “bankaların ve diğer finans kuruluşlarının aracı kurumlara verdiği krediler” belirli bir marj ile hisse senedi alımında kullanılmaya başlandı. Bu işlem, o dönemin teknolojilerine göre oldukça üstün bir finansal türev ürün olarak sayılmaktadır. Tam da o sırada, ABD merkez bankası FED, %6 dan fon sağlarken ticari bankalara ve hisse senedi alan aracı kurumlara bu fonları %12’den satarak ciddi kar ediyordu. Aracı kurumlar da aldıkları hisse senetlerini teminat göstererek sağladıkları fonları daha da arttırıyorlardı. O dönemde bu işlemler sonunda temelinde hisse senedi fiyatları olan bir balon oluşmaktaydı. Öte yandan herkes kazandığı için odadaki fili kimse görmek istemiyordu.

25 Mart 1929 günü marj ve komisyonlardaki artışlar nedeniyle hisse senetleri uzun dönem sonra ilke defa satış baskısı görerek düşmeye başladı. O gün, bazı kâğıtlar %10-15 arası değer kaybetti. Bu noktada aracıların bankalardan talep ettikleri fonlar için faiz oranları %12’den %14’e çıktı ve 26 Mart günü borsada yaklaşık 9 milyon lot hisse senedi satıldı. Bu oran, o dönem için oldukça büyük bir satışı temsil ediyordu. Hisse senetleri o gün %20-30 değer kaybedince faiz oranları da %20’ye yükseldi. Evet, herkes panik halindeydi ve tarihte olmayan çok ciddi bir sorun yaşanmaktaydı. İşin daha da acısı kimse ne yapılması gerektiğini de bilmiyordu.
Bu bağlamda belirtmek gerekir ki ABD merkez bankası ve hükümeti bu duruma müdahale etmekte çok geç kalmıştır. Oysa bugün benzer durumlarda hemen piyasaya para sürerek şok dalgasını atlatmak mümkün hale gelmiştir.

2008 Finans Krizi Nasıl Başladı
1990’lı yılların ikinci yarısında gerçekleşen ve dot.com olarak tanımlanan balonun 2001 yılında patlamasıyla birlikte ABD ekonomisi bir resesyona sürüklenmişti. 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasındaki gelişmeler bu krizin derinleşmesine yol açmıştır. Dönemin FED başkanı Alan Greenspan Amerikan ekonomisini resesyondan çıkarmanın formülü olarak faiz oranlarında indirime gitmeyi uygun gördü. Bu bağlamda Mayıs 2000 döneminden Kasım 2001 döneminde tam 11 defa faiz indirimi gerçekleşti. Bu dönem arasında faizler %6,5 seviyelerinden %1.75 seviyelerine kadar gerilemiştir. Buna ek olarak belirtmemiz gerekir ki aynı politikanın devamı sonucunda 2003 yılı Haziran ayında faizler son 45 yılın en düşük seviyesi olan %1 bandına kadar gerilemiştir. İşte bu ucuz para ortamının tetiklediği suni tüketim ve fiyat artışlarıyla birlikte ABD son iki çeyrek üst üste küçülmeyi ifade eden ekonomik resesyondan kurtulmayı başarmıştır.
Bu dönemden sonra ise faiz indirimleri ile başlayan kolay para dönemi konut kredilerinin hızla artmasına neden olmuştur. Bununla birlikte dünya çapında anlamda Reaganomics ve Thatcherism olarak bilinen 80’li yıllardan beri hâkim olan ekolün de etkisiyle finansal piyasaların kontrolsüz bırakılması sonucunda türev ürünler aşırı genişlemeye başladı. Burada türev üründen kastımız teminatına konut kredisi alınan finansal borçlanma araçlarıdır. Risk iştahı kontrolsüz bırakılan ABD finans sektörü bu kapsamda eşik-altı denilen ödeme gücü düşük olan kişilere de mortgage kredisi vererek bu türev ürünleri iyice riskli hale getirmiştir.

Bu noktada belirtmek gerekir ki; ipotekli mortgage ev kredileri teminatlı tahvilleri, yatırım bankaları, hedge fonlar ve çeşitli finans kuruluşları satın aldı. Bu şekilde kredi riskleri neredeyse bütün mali kesime yayıldı. Bu gelişmeler konut piyasasında talep artışı nedeniyle fiyatların hızla yükselmesine ve riskli eşik altı konut kredilerinin de bu hızda artmasına neden olmuştur. Böylelikle 2004 yılında Amerika’da konut sahipliği tarihin en yüksek seviyesi olan %96 bandına tırmanmıştır. Bu da yavaş yavaş 2008 finans krizi olgusunu çağırmaya başlamıştır.
İşler Tersine Dönünce
Ekonomi yazınında konjonktürel dalgalanmalar diye bir tabir vardır. Yani faiz, fiyat ya da kur gibi göstergeler belirli periyotlarda iner ve sonra tekrar çıkar. Hiçbir gösterge sürekli yükselmez ya da düşmez. İşte bu tıpkı bu şekilde 2004 yılından itibaren FED yükselen enflasyonla mücadele kapsamında tekrar faiz arttışına gidince konut kredileri faizleri de çoğunlukla “değişken faizli” olduğu için yükselmeye başladı. Özellikle eşik-altı yani kredibilitesi düşük olan kişilere kullandırılan mortgage kredileri ödenmemeye başladı. Krediler ödenmeyip teminat olan evler satışa çıkınca arz fazlası nedeniyle ev fiyatları birden çakıldı. Bunun sonucunda da bu evler teminat gösterilerek satılan tahvillerin de fiyatları hızla düştü. Bu tahviller ve türev ürünler bütün mali kesimin elinde olunca herkes zarar etmeye başladı. 2007 yılında riskli konut kredilerine dayalı yatırım gerçekleştiren finansal kurumlarda bütün piyasaları endişelendiren iflas haberleri gelmeye başladı. Bu dönemde sub-prime yani eşik altı konut kredisi veren 25’ten fazla kuruluş iflasını açıkladı.

O dönemde 2000-2007 yılları arası ABD’de özel tüketimin %44 artmasının dünyaya olumlu etkide bulunması gibi, 2007’de krizin başlamasıyla bu tüketimin birden kesilmesi yine küresel ekonominin durgunluğa girmesine neden olmuştur. Burada Amerika’da başlayan bir krizin küresel finans krizine dönmesinde tüm dünyadaki yatırımcıların teminatlı borç senedi-menkul kıymetleştirme piyasasında yer almaları yatmaktadır.
Hatırlayacak olursanız o dönem asla batmaz denen Lehman Brothers’ın batışı sonrasında borç krizine dönüşecek ve bütün küreye yayılacak bir finans krizine neden olmuştur. Bu dönemden sonra startupların daha popüler hale gelmesi tesadüf değildir. Koca koca şirketlerin tel tel dökülerek batması sonucunda özellikle yatırımcılar artık geleneksel firmalardan teknoloji odaklı yeni nesil daha küçük ölçekli girişimlere yatırım yapmaya merak sarmışlardır. Şurası açıktır ki; 2008 küresel finans krizi sonrası hayatımızı baştan aşağı değiştiren start-uplar kurulmaya başlanmış ve Amerika’da Silikon vadisi yeni odak noktası haline gelmiştir.
1929 Buhranı 2008 Krizi Farkları
Özellikle II. Dünya Savaşı’na zemin hazırlayan ve Hitler gibi diktatörlerin iktidara gelmelerine neden olduğu belirtilen 1929 Büyük Buhranı başta Amerika olmak üzere bütün dünyada derin bir krize neden olmuştur. O dönemde insanlar işlerinden olmuş ve bütün varlıklarını kaybetmişlerdir. Temeline özgürlük ve serbestliği alan “Bırakınız yapsınlar” görüşüne dayalı klasik iktisadın geçici olarak sonunu getiren bu dönemde krizin çok uzun sürmesi yıkıcı olmuştur. Ünlü iktisatçı Kenneth Galbraight 1929 büyük buhranının çok uzun süreli olmasını şu nedenlere bağlamaktadır;

- O dönem ABD’de çok kötü bir gelir dağılımı mevcuttu. Yani toplam gelirin yaklaşık üçte biri yüzde 5’lik bir kesimin elindeydi. Krizin patlaması yatırım harcamasını neredeyse tek başına yapan bu kesimin gelirinin çok hızlı erimesine ve yatırımların durmasına neden olmuştur. O dönemde Keynesyen iktisadın daha doğmadığını, yani devlet yatırımlarının da olmadığını düşünürsek toplam yatırım tamamen durmuştur.
- O dönemin şirket yapılanmaları mevcut regülasyonların zayıf olması nedeniyle çok kötüdür. Dirençsiz mali bünyelere sahip olan şirketler faiz üzerine kurulu yapıları nedeniyle üretim odaklı olmaktan çıkmışlar ve yatırım yapmaz hale gelmişlerdir.
- O dönem ekonominin “görünmez el” vasıtasıyla dengeye gelmesini bekleyen politika yapıcılar oldukça uzun süre beklemişlerdir. Var olan bilgi eksikliği bankaların zayıf mali yapılarının da etkisiyle krizin derinleşmesine neden olmuştur.
- 2008 krizinde ise büyük buhranın aksine Keynesyen politikalara hızlıca dönülerek para arzı arttırılmış, kamu harcamaları yoluyla da hükümetler aksiyon almışlardır. Bu dönemde mali yapılar daha sağlam ve regülasyonlar daha kontrol edicidir.
1932 yılında ABD başkanı Roosevelt’in “New Deal” adıyla uyguladığı program ve Keynesyen kamu-devlet yaklaşımı ile
- Kamu harcamaları arttırılmış
- Denk bütçe yerine açık bütçe almış
- İthalat vergileri düşürülmüş
- Para arzı arttırılmış
Bu önlemler sayesinde kademeli olarak büyük buhrandan çıkılmıştır. Öte yandan oldukça uzun süren krizin etkileri ile Avrupa’da ve dünyanın genelinde şovenist iktidarlar başa gelmiş ve dünya savaşına giden yol açılmıştır.

En Temel Farklar
Bugünün yani 2008 küresel finans krizi evresinin o dönemden temel farkı dünyanın ekonomik ve finansal krizler konusunda çok daha fazla tecrübe ve bilgiye sahip olmasıdır. Yani artık kriz kokusunu aldığımızda görünmez bir elin ortaya çıkıp bütün sorunları çözmesini beklemiyoruz. Bu bağlamda bankacılık sisteminde uygulanan politikalar ve mevduat garantileri büyük banka batışları ve tasarruf erimelerini büyük oranda engellemiştir. Buna ek olarak bugün 1929 döneminin aksine FED başta olmak üzere neredeyse bütün merkez bankaları krizlere karşı aktif para politikaları izleyerek piyasalara trilyonlarca dolar para enjekte edip krizlerin derinleşmesini engellemektedirler. Ayrıca Covid-19 dönemindeki gibi faiz oranları da hızla düşürülerek genişletici para politikası silahı sonuna kadar kullanılmaktadır.
Hükümetler o dönemin aksine bugün denk bütçe yerine gerektiğinde vergi indirimleri, teşvikler ve harcamalarını arttırmak gibi aksiyonları almaktan çekinmemektedirler. Bununla birlikte bugün dış ticaretin serbestleşmesi konusu da çok önemlidir. O dönemin aksine dış ticareti bir araç oalrak kullanana ülkeler krize karşı ortak hareket etme bilincine sahiptirler. Bu da üretimin daralmasını ve işsizliğin artmasını engellemektedir.
Bütün bu olumlu farkların yanı sıra bugün sermaye yoğunluğunun daha fazla olması ekonomiyi daralma dönemlerinde canlandırma adına devlet tarafından alınan aksiyonların görece zayıf kalmasına neden olmaktadır. Sonuçta 1929’larda devletin oynadığı rol ve etkileri bugüne göre çok daha güçlüdür. Bu anlamda piyasaların git gide daha da global hale gelmesi hem olumlu hem de olumsuz etkiler göstermektedir. Bulaşıcılık etkisiyle bugün büyük bir ekonomide çıkan kriz hızla mali sistemler üzerinden dünyanın her köşesine yayılmaktadır. Öte yandan alınan aksiyonların da hızı yine bu şekilde yüksektir.