İçindekiler
Liberalizm denince aklımıza hemen özgürlük kavramı gelir. Sonuçta bu kavram, Latince özgürlük anlamına gelen “liber” kelimesinden türemiştir. Bununla birlikte en temel insan haklarından biri olan özgürlük, aynı zamanda aşırıya kaçınca tehlikeli bir olgu olarak da karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan insanlık tarihi özgürlük ile tutsaklık arasındaki mücadelenin örnekleriyle doludur. Kimi zaman Spartaküs’ün isyanında, kimi zaman sömürülen ülkelerin bağımsızlık savaşlarında bu özgürlük mücadelesini görürüz. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Liberalizm aslında özgürlükçülüktür. Günümüze gelecek olursak kimlerinin “liboş” diye dalga da geçtiği liberaller dünya yönetiminde çok güçlü ve hâkim pozisyondadır. Tabi bu durumun demokrasi, bireysel özgürlükler, rekabete dayanan ekonomi ve az devlet müdahalesiyle ilişkisi ve aralarındaki korelasyon sosyal bilimlerin konusudur. Biz burada o kadar derine inmeden konuyu temel özellikleriyle ele alacağız 🙂
Liberalizm Nedir?
Kişisel gelişim ve kariyer yönetimi açısından bakacak olursak liberalizm, kapitalizm, sosyalizm vb. gibi düşünce sistemleri hakkında en azından temel düzeyde fikir sahibi olarak entelektüel seviyemizi artırmak bizi diğer adaylara göre öne taşıyacaktır. Bu anlamda çok detaylarına girmeden liberalizmle ilgili bir analiz yapmayı amaçladık. Sonuçta liberal demokrasiyle yönetilen ülkelerin zengin ve huzurlu olduğu bir dünyada, bu kavramın özüne inmek önemlidir. Bu noktada, liberal görüş bireylerin özgür olduğu, hukukun üstünlüğünün esas kılındığı, liyakate dayalı görevlendirmelerin olduğu, ekonomik piyasalara devletin müdahale etmediği ortamında bireyin kendi refahını maksimuma taşıyacağına inanır. Buna ek olarak bireylerin refah artışının toplumun genel refahını yukarıya taşıyacağına inanan liberal düşünce aslında temeline ekonomik sistem olarak kapitalizmi alan bir dünya görüşüdür.
Geçmişte mücadele ettiği faşizmin 1945’te 2.Dünya Savaşı ile birlikte tarihe karıştığı ve diğer güçlü rakibi olan sosyalizmin de 1989 yılında Sovyetler Birliğiyle birlikte tarih sahnesinden çekildiği ortamda tek ve en güçlü felsefe- yönetim sistemi olarak liberal demokrasi kalmıştır. O halde gelin detaylarda boğulmadan liberalizmin tarihine kısaca değinelim.
Liberalizmin Kısa Tarihi
Özgürlükçü düşünce sistemi olarak da tanımlayabileceğimiz liberalizmin kökeni 17.yüzyıl Avrupa düşünce aydınlanmasına kadar uzanır. O dönemin ünlü düşünce insanlarından John Locke’nin her insanın özgür ve eşit olduğuna dair temel düşüncelerine dayandığı iddia edilen Liberalizm, aslında 19.yüzyılda Adam Smith ve meşhur kitabı Ulusların Zenginliği ile birlikte güç kazanmıştır. Bu kitap ile birlikte ekonomik düşünce eksiğini tamamlayan liberalizm, tamamen bir düşünce sistemi halini almıştır. Öte yandan Avrupa’da başlayan Rönesans hareketleri ile birlikte kilisenin ve dinin dogmalarından sıyrılan insanoğlu kendini bilimsel ve özgür düşünceye adamıştır. Bu ortamda bilim ve sanatla birlikte özgür düşünce gelişmiş ve temelini Magna Carta’nın attığı krallıklara ve feodaliteye karşı bireyin gücü ve özgürlüğü hareketi git gide güçlenmiştir. Bundan sonrasında ise liberal düşüncenin kök salarak güçlenmesini sağlayan iki büyük olay Amerikan Devrimi ve Fransız Devrimi olarak ortaya çıkmıştır.
Yani Amerikan kolonilerinin bireysel hak ve özgürlüklerinin peşinden giderek devrimi gerçekleştirmesi ve sonrasında 1789’da Fransız kralı XVI. Louis’e karşı gerçekleştirilen halk ayaklanması ve devrimi yine liberalizme giden yolu güçlendirmiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki özellikle liberalizmin esaslarından biri olan “Laisses Faire” yani “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” iktisadi bakış açısına 1929 Büyük Buhranı ve 1970 Petrol Krizi dönemleri dışında güçlü bir karşı çıkış da gelmemiştir. O istisnai dönemlerde devletçi bakışa yakın olan J.M.Keynes’in liberal görüşe karşı çıktığını da arada belirtmiş olalım.
Temelde, devletin gerekmediği sürece ekonomiye müdahale etmemesi gerektiğini savunan kapitalizm ve serbest piyasa ekonomisini esas alan liberal düşünce sistemi, sosyal hayatta da devletin temel görevinin bireysel hak ve özgürlüklerin arttırılması olduğunu iddia eder. Bu noktada “küçük devlet” olgusuna inanan liberalizm devletin kişilerin korunmasına dair temel görevini yerine getirmesi sonrasında da serbest piyasa ekonomisinin gerekli koşullarını sağlaması gerektiğine inanır. Sonuçta bu görüşte siyasi, felsefi, sosyal ve ekonomik anlamda bireycilik ve özgürlük düşüncesi hâkimdir. Bireyin refahı toplamda bütün toplumun refahını arttıracaktır.
Sosyal Liberalizm
Bu bakışın sonrasında klasik liberalizm, sosyal liberalizm ve benzeri yorumlar ortaya çıkmıştır. Sonuçta klasik liberal düşünce devletin fakirlere destek olmasını da eleştirir. Bu görüşte asgari ücret, sendika ve sosyal yardımlara yer yoktur. İşte tam da bu nedenle özellikle sosyalizmin ortaya çıkmasından sonra liberalizme yeni yorumlar gelmiş ve günümüzde daha çok sosyal liberalizm uygulanır olmuştur. Bugün dünyada kapitalizmin ve liberal demokrasinin en güçlü savunucusu konumda olduğunu gördüğümüz Amerika ve İngiltere gibi ülkelerdeki uygulamalara baktığımızda bile asgari ücret, sendikalaşma ve sosyal yardımların varlığını görmekteyiz. Bu bakış açısıyla devletin biraz da olsa müdahaleci yapısına dönem dönem ihtiyaç duyduklarını anlamaktayız.
Serbest Düşünce İlkeleri
Liberalizm aslında özgürlükçü düşünce sistemidir. Bu düşünce sisteminin de her düşünce akımı gibi bazı temel ilkeleri mevcuttur. Bu ilkeleri maddeler halinde kısaca açıklamaya çalışacağız.
- Özgür İnsan: Liberalizmin en temel düşüncesi her insanın birey olarak özgür ve eşit doğduğudur. Yani hiçbir insanın diğerine göre üstünlüğü yoktur ve hayatını özgür bir birey olarak devam ettirmesi gerekir. Bu ilke günümüzde çok basit gibi görünmekle birlikte Amerika’da dahi 1960 yıllarda siyahi bireylerin beyazlara yer verme zorunluluğu olduğunu ve Martin Luther King ve Mahatma Gandi’nin küresel anlamda bu konudaki mücadelelerini hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz. Yani liberal düşüncenin ilk çıktığı dönemlerde dünyada kölelik devam ediyordu. Bu görüş o döneme göre çok yenilikçi bir fikirdir.
- Liberal ve Küçük Devlet: Özgürlükçü düşünce sistemi temeline bireyi aldığından devlete soğuk bakmaktadır. Yani bu görüşe göre devlet müdahil olduğu alanlarda bireyin özgürlüklerini kısıtlamaktadır. Bu nedenle devletin görevi hukukun üstünlüğünü sağlayıp ekonomik olarak serbest piyasa ekonomisi koşullarını yerine getirmektir. Bu fonksiyonlarının ötesine geçen devlet onlara göre liberal değildir ve insan özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi klasik liberal görüşte asgari ücret ve sosyal yardımlar gibi işin içine devletin girdiği uygulamalar yoktur.
- Serbest Demokrasi ve Hukuk: Bu, liberal devlet için olmazsa olmaz bir ilkedir. Yani demokratik hakların olmadığı, hukukun üstünlüğü ile kuvvetler ayrılığı ilkesinin yerleşmediği bir toplumda özgürlükçü anlayış kendine alan bulamayacaktır. Yargı bağımsızlığının sağlanması ve demokratik hakların gelişmesi liberal demokrasinin olmazsa olmazlarındandır.
- Uluslararası İş Bölümü: Bu ilke aslında daha çok liberal dünya düzeni ile alakalıdır. Yani özellikle 2. Dünya Savaşından sonra benzer felaketlerin tekrar yaşanmaması adına liberal düşüncenin sonucu olarak uluslararası iş bölümü ve destek kuruluşları kurulmuştur. Dünya Bankası, Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Ticaret Örgütü ve IMF gibi ekonomik kurumlar ile diğer global kuruluşlar liberal dünya düzenine ait kurumlardır. Bu kurumlar ülkeler arası sorunlar çözümü ile iş birliğinin arttırılmasına katkı sağlayan önemli liberal demokrasi kurumlarıdır.
Neo-Liberalizm Nedir?
Daha önce de belirttiğimiz üzere liberal demokrasi ve kapitalizm içerisinde sosyal yardımlar ve sendikalaşma gibi günümüzün olmazsa olmazı kurumlar olmadığı ortamda insan hayatının sürdürülmesi mümkün değildir. Öte yandan 1929 Büyük Buhranı ve 1970 Petrol Krizi gibi küresel anlamda dünya ekonomilerini sarsan ekonomik krizlerden devlet müdahaleleri ve Keynesyen politikalarla çıkıldığı da göz önüne alınınca klasik liberalizme eleştirilerin gelmesi normaldir. Bu bağlamda klasik liberal görüşler de bu gelişmeler ışığında zamanla gelişmiş ve dönüşüm geçirmiştir.
Sosyal liberalizm de denilebilen ve içine kısmi olarak devleti de alan yeni Neo Liberal düşünce akımı 1980’lerde ortaya çıkmıştır. 1970’lerdeki petrol krizi aşılmaya başlandıktan sonra ABD’de Reagan ve İngiltere’de Thatcher hükümetlerinin öncülük ettiği neo klasik hareketler önem kazanmıştır. Bu bağlamda vergilerin azaltılarak özelleştirmeler ve özel sektörün ön plana çıkarılmasıyla klasik ekonomik politikalara atıf yapılan bu neo klasik dönemde neo liberal görüşler de yine ön plana çıkmıştır.
Yani neo-liberalizm, aslında klasik liberalizmin 1970’lerde gündemden kalkmasından sonra 1980’li dönem başında yeniden yorumlanarak biraz da sosyal liberalizm olarak ortaya çıkmasıdır. Bu arada yazımızı sonlandırırken onlara eleştiri amaçlı olarak neo-liboşlar ya da neo-con lar dendiğini de vurgulamak gerekir.