İçindekiler
Bazı insanlar düzenli ve sakin hayatı severler. Onlar için önceden planlanan şeyler güzeldir. Bugünkü kitabın öyküsü bununla uygun birine ait. Yani, macera kelimesinden köşe bucak kaçan bir Hobbit olan Bilbo Baggins‘in hikayesi bu. Ta ki bir gün, kapısı beklenmedik misafirler tarafından çalınana kadar. Bu yazıda, J.R.R. Tolkien‘in bizi Orta Dünya’nın büyülü ama bir o kadar da tehlikeli topraklarına ilk kez davet ettiği o eşsiz eseri, Hobbit‘i konuşacağız.
Hobbit, sadece bir macera romanı değil, aynı zamanda bir büyüme hikayesidir. Bilbo’nun yol boyunca karşılaştığı yaratıklar, girdiği çatışmalar ve kendi içsel mücadeleleri, onun kişiliğini olgunlaştırır. Başta sıradan ve konforuna düşkün biri gibi görünen Bilbo, yolculuğun sonunda cesur, kararlı ve adil bir kahramana dönüşür. Bu yönüyle kitap, genç okuyuculara ilham verirken yetişkinler için de anlamlı mesajlar taşır.

Sadece bir çocuk masalı olmanın çok ötesinde, içinde cesaret, dostluk, açgözlülük ve en önemlisi, en sıradan kişinin bile dünyayı değiştirebileceği fikrini barındıran bu ölümsüz romanın konusunu ve özetini, en keyifli haliyle yeniden keşfedeceğiz. Bu roman tarz olarak bize Gece Yarısı Kütüphanesini kitabını andırmaktadır.
Her Şey Bir “Beklenmedik Misafir” ile Başladı
Hikayemizin merkezinde, Shire adındaki huzurlu, yemyeşil bir diyarda, konforlu kovuğunda yaşayan Bilbo Baggins adında bir Hobbit yer alır. Hobbitler, macera, heyecan ve beklenmedik her türlü şeyden hoşlanmayan, iyi yemek yemeyi ve sakin bir hayat sürmeyi her şeyin üstünde tutan, kısa boylu, tüylü ayaklı, neşeli bir halktır. Bilbo da tam bir Hobbit örneğidir; düzenli hayatını, piposunu ve bahçesini her şeyden çok sever. Onun için en büyük macera, kilerdeki turta kavanozunu bulmaktır. Kısacası, onun hayatında “sürpriz” kelimesine yer yoktur ve bundan son derece memnundur.
Ancak bir sabah, her şey değişir. Bilbo’nun kapısını, o meşhur, bilge ve gizemli büyücü Gandalf çalar. Kısa bir sohbetin ardından Gandalf, Bilbo’nun kapısına gizemli bir işaret bırakır. Ertesi gün ise olanlar olur. Bilbo’nun o sakin ve düzenli yuvası, birbiri ardına gelen on üç gürültücü, obur ve bir o kadar da mağrur cüceler tarafından adeta istila edilir. Bu cücelerin lideri, heybetli ve asil Thorin Meşekalkan’dan başkası değildir. Bilbo, neye uğradığını şaşırmış bir halde, evinin bir anda bir cüce hanına dönmesini çaresizce izler.
Cücelerin ve Gandalf‘ın bu beklenmedik ziyaretinin bir amacı vardır. Yıllar önce, atalarının vatanı olan Yalnız Dağ (Erebor), korkunç ve açgözlü ejderha Smaug tarafından ele geçirilmiş, cücelerin krallığı yıkılmış ve hazinelerine el konulmuştur. Şimdi ise Thorin ve kafilesi, vatanlarını ve hazinelerini geri almak için tehlikeli bir yolculuğa çıkmaya karar vermişlerdir. Ancak bu tehlikeli görev için bir “hırsıza”, yani sessizce hareket edip ejderhanın inine sızabilecek birine ihtiyaçları vardır. Gandalf‘ın bu görev için seçtiği kişi ise, hayatında tek bir çakıl taşı bile aşırmamış olan bizim sevgili hobbitimiz Bilbo Baggins‘tir.

Hobbit: Evinden Çıkma ve Macera Zamanı!
Başta bu teklifi şiddetle reddeden Bilbo, macera ve tehlike dolu bu fikirden ölesiye korkar. Onun rahatına düşkün Hobbit doğası, böyle bir çılgınlığa asla izin vermez. Ancak içinde, belki de kendisinin bile farkında olmadığı, büyükbabasından miras kalma küçük bir macera kıvılcımı vardır. Gandalf‘ın teşviki ve cücelerin anlattığı hazine ve kahramanlık öykülerinin cazibesiyle, hayatının en zor kararını verir. Bir sabah, tüm rahatını, sıcak yuvasını ve dolu kilerindeki lezzetleri arkasında bırakarak, bir mendil bile almadan cücelerin peşinden bilinmeyene doğru koşar.
İşte bu an, Bilbo Baggins‘in sadece evinden değil, aynı zamanda o güvenli ve konforlu kabuğundan da çıktığı andır. O artık sadece bir Hobbit değildir; bir kafilenin on dördüncü üyesi, bir “hırsız” ve hayatını sonsuza dek değiştirecek bir maceranın gönülsüz kahramanıdır. Bu basit başlangıç, J.R.R. Tolkien‘in bize sunduğu o muhteşem dünyanın kapılarını aralayan ve okuyucuyu da Bilbo ile birlikte tehlike ve heyecan dolu bir serüvene davet eden ilk adımdır.

Ejderha Smaug’a Giden Tehlikeli Yolculuk
Bilbo, cüceler ve Gandalf‘tan oluşan kafile, Yalnız Dağ’a doğru yola çıktıklarında, maceranın ne kadar ciddi ve tehlikeli olduğunu anlamaları uzun sürmez. Yolculukları onları, Orta Dünya’nın hem büyüleyici hem de korkutucu coğrafyalarından geçirir. İlk büyük tehlikeyle, üç açgözlü ve pek de zeki olmayan Troll ile karşılaştıklarında tanışırlar. Bilbo’nun “hırsızlık” yeteneklerini ilk kez test etmek zorunda kaldığı bu olay, Gandalf‘ın zekası ve gün ışığının yardımıyla zar zor atlatılır. Bu karşılaşma, Bilbo’ya dış dünyanın Shire’daki bahçesine hiç benzemediğini acı bir şekilde öğretir.
Yolculuklarının bir sonraki durağı, Elflerin o saklı ve büyülü vadisi Ayrıkvadi’dir (Rivendell). Burada, bilge Elf Lordu Elrond’un misafiri olurlar. Elrond, cücelerin lideri Thorin’in atalarından kalma haritadaki gizli “ay harfleri”ni, yani sadece belirli bir ay ışığında okunabilen yazıları deşifre eder. Bu yazılar, Yalnız Dağ’a giden gizli bir kapının yerini tarif etmektedir. Bu mola, kafileye hem dinlenme hem de görevlerinin ne kadar kadim ve önemli olduğunu anlama fırsatı verir. Ancak Elf’lerin ve cücelerin arasındaki eski gerginlikler, bu misafirliğin de bir an önce bitmesi gerektiğini hissettirir.
Dağları aşmaya çalışırken bu kez de Goblinlerin (Orklar) esiri olurlar. Goblinlerin tekinsiz ve karanlık mağaralarında, kafile dağılır ve Bilbo Baggins tek başına kalır. İşte tam bu karanlık ve umutsuz anda, Hobbit romanının ve hatta tüm Yüzüklerin Efendisi serisinin kaderini değiştirecek o şeyi bulur: Yerde duran basit, altın bir yüzük. Bu yüzüğün ne olduğunu bilmeden cebine atar. Mağaraların daha da derinliklerinde ilerlerken, hayatının en tuhaf ve en tehlikeli karşılaşmasını yaşar. Mağaranın ortasındaki gölün kenarında yaşayan, hem acınası hem de korkutucu bir yaratık olan Gollum ile tanışır.

Gollum’un Kıymetlisi ve Tek Yüzük
Gollum, kaybettiği “kıymetlisi” olan o sihirli yüzüğü aramaktadır. Bilbo ile bir bilmece oyunu oynamaya karar verirler; eğer Bilbo kazanırsa, Gollum ona mağaradan çıkış yolunu gösterecektir, kaybederse de Gollum onu yiyecektir. Nefes kesen bir bilmece düellosunun sonunda Bilbo, cebindeki yüzüğü düşünerek “Cebimde ne var?” diye sorar. Bu, kurallara aykırı bir soru olsa da Gollum cevabı bulamaz ve oyunu kaybeder. Ancak tam o sırada yüzüğünün kaybolduğunu fark eder ve Bilbo’dan şüphelenir. Bilbo, canını kurtarmak için kaçarken, kazara o sihirli yüzüğü parmağına takar ve bir anda görünmez olduğunu fark eder.
İşte bu Tek Yüzük‘ün gücüdür. Bilbo, bu sayede Gollum’dan ve Goblinlerden kurtulup dağın diğer tarafına geçmeyi başarır.
Bu olay, Bilbo‘nun karakterindeki en büyük kırılma anıdır. Artık o, sadece şans eseri hayatta kalan bir Hobbit değildir. Zekası, cesareti ve bulduğu sihirli Tek Yüzük sayesinde zorlukların üstesinden gelebilen birine dönüşmüştür. Kafileyle yeniden buluştuğunda, cücelerin ona olan saygısı artar. Ancak bu yüzüğün karanlık geçmişinden ve gelecekte Orta Dünya’nın başına ne belalar açacağından henüz kimsenin haberi yoktur. Yolculuk, Kuyutorman’ın (Mirkwood) dev örümcekleri ve esir düştükleri Orman Elfleriyle devam eder. Bilbo, her seferinde zekasını ve yüzüğünü kullanarak kafileyi kurtaran bir kahramana dönüşür.
Sonunda, uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından, uzakta o heybetli ve dumanlar tüten Yalnız Dağ’ı görürler. Artık ejderha Smaug ile yüzleşme vakti gelmiştir.

Hobbit Konusu: Ejderhanın İni ve Ani Savaş
Yalnız Dağ’a ulaşan kafile, Elrond’un deşifre ettiği harita sayesinde gizli kapıyı bulur. İçeri girme ve ejderhanın inini gözetleme görevi, elbette kafilenin “hırsızı” olan Bilbo Baggins‘e verilir. Bilbo, hayatında hiç hissetmediği bir korkuyla ama aynı zamanda yeni keşfettiği bir cesaretle dağın derinliklerine süzülür. Orada, cücelerin atalarından kalma o muazzam hazinenin üzerinde uyuyan, korkunç ejderha Smaug‘u görür. Smaug, ateş püskürten, zırh gibi pullarla kaplı, kurnaz ve konuşabilen korkunç bir yaratıktır. Bilbo, görünmezlik yüzüğünün de yardımıyla, ejderhaya fark ettirmeden hazineden tek bir altın kase aşırmayı başarır.
Ancak Smaug, hazinesindeki tek bir parçanın bile eksikliğini anında fark edecek kadar açgözlü ve hassastır. Uyandığında öfkeyle dağdan dışarı fırlar ve etrafa ateşler saçar. Cüceler ve Hobbit, canlarını zor kurtarırlar. Bilbo, daha sonra ejderhayla konuşma cesaretini gösterir ve bu konuşma sırasında zekice bir hamleyle Smaug‘un zırhında, sol göğsünün üzerindeki küçük bir zayıf noktayı fark eder. Bu hayati bilgi, daha sonra tüm savaşın kaderini değiştirecektir. Öfkesinden deliye dönen Smaug, cücelere yardım ettiğini düşündüğü yakındaki Göl-kasabası Esgaroth’a saldırmaya karar verir.
Smaug‘un kasabaya düzenlediği alevli saldırı, tam bir felakettir. Kasaba yanıp yıkılırken, insanların tüm umudu tükenmek üzeredir. Ancak o sırada, Bard adında cesur bir okçu, Bilbo’nun keşfettiği zayıf noktayı bir ardıç kuşundan öğrenir. Atalarının yadigarı olan o son kara okuyla nişan alır ve ejderhayı tam o zayıf noktasından vurarak öldürmeyi başarır. Korkunç ejderha Smaug ölmüştür, ancak bu, sorunların bittiği değil, daha da büyüdüğünün habercisidir. Çünkü ejderhanın koruduğu o sahipsiz hazine, artık herkesin iştahını kabartmaktadır.

Hobbit Roman Karakterleri ve Özeti
Hazinenin haberini alan Göl-insanları ve Orman Elfleri, felaketten paylarına düşeni almak ve cücelerden yardım talep etmek için Yalnız Dağ’a gelirler. Ancak Thorin Meşekalkan, atalarının hazinesini kimseyle paylaşmak niyetinde değildir. “Ejderha hastalığı” olarak bilinen altın ve güç tutkusu, onun kalbini katılaştırmıştır. Dağa kapanır ve eski dostlarına savaş açmaya hazırlanır. Tam bu sırada, kuzeyden gelen ortak bir düşman, Goblinler ve Warglardan oluşan dev bir ordu, dağı ele geçirmek için saldırıya geçer.
Böylece, hiç beklenmedik bir şekilde, tarihe “Beş Ordu Savaşı” olarak geçecek olan büyük bir meydan muharebesi başlar. Cüceler, Elfler ve İnsanlar, aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara bırakıp ortak düşmana karşı birlikte savaşmak zorunda kalırlar. Savaşın en kritik anında, Thorin ve en yiğit cüceleri dağdan çıkarak kahramanca savaşır. Bilbo Baggins ise, bu devasa savaşın ortasında, görünmezlik yüzüğüyle hayatta kalmaya çalışan küçük bir Hobbit‘tir. Savaş, kartalların ve şekil değiştiren Beorn’un yardımıyla kazanılır, ancak bu zaferin bedeli ağır olur. Thorin, savaşta aldığı yaralardan dolayı hayatını kaybeder. Ölmeden önce ise Bilbo ile barışır ve altının getirdiği kibrin ne kadar anlamsız olduğunu anlar.
Yüzüğe Giden Yol ve Romanın Sonucu…
Savaş bittiğinde ve Yalnız Dağ’a yeniden barış geldiğinde, Bilbo Baggins için artık eve dönme vakti gelmiştir. Ancak yola çıkan o konfor düşkünü, sıradan Hobbit ile evine dönen Bilbo arasında dağlar kadar fark vardır. O artık trolllerle savaşmış, elflerle tanışmış, Gollum‘u alt etmiş, ejderha Smaug‘u görmüş ve dev bir savaşın ortasında kalmış, dünyayı görmüş biridir. Yanında hazineden payına düşen küçük bir sandık ve cebinde o sihirli Tek Yüzük ile Shire’a döner. Döndüğünde ise, öldüğü sanıldığı için tüm eşyalarının açık artırmada satıldığını görür! Her şeyi geri alıp eski, sakin hayatına dönse de, o artık eskisi gibi değildir. İçindeki macera ruhu sonsuza dek uyanmıştır.
İşte Hobbit, sadece bir hazine avı hikayesi değil, en küçük ve en sıradan görünen birinin bile içinde ne kadar büyük bir cesaret ve potansiyel taşıdığının, konfor alanının dışına çıktığında ne kadar değişip gelişebileceğinin en güzel öyküsüdür. Ve elbette, Yüzüklerin Efendisi‘ne giden o uzun yolun ilk, unutulmaz adımıdır.