Categories: Siyaset

Ortadoğu’yu Şekillendiren Gizli Sykes-Picot Anlaşması

Hiç elinize bir Ortadoğu haritası alıp, bazı ülkelerin sınırlarının neden bu kadar düz, adeta bir cetvelle çizilmiş gibi göründüğünü merak ettiniz mi? O çizgilerin ardında, binlerce yıllık kabile bağlarının, etnik ve dini toplulukların veya coğrafi gerçekliklerin değil, iki Batılı diplomatın fısıltılarla dolu bir odada yaptığı gizli bir Sykes-Picot Anlaşması pazarlığının yattığını biliyor muydunuz?

Anlaşmanın temel amacı, Osmanlı’nın savaş sonunda yenilmesi hâlinde Orta Doğu’nun nasıl paylaşılacağını önceden belirlemekti. Sykes-Picot, bugünkü Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün gibi ülkelerin sınırlarını ve siyasi yapısını büyük ölçüde şekillendirmiştir. Ancak bu paylaşım planı, Arap halklarının umutlarını boşa çıkaran bir gelişme olarak hafızalarda yer etmiştir. Çünkü aynı dönemde İngiltere, Araplara bağımsızlık vaatlerinde bulunmuştu.

Bu antlaşma, Orta Doğu’daki pek çok çatışmanın tarihsel kökenlerinden biri olarak kabul edilir. Bölge halklarının etnik, dini ve kültürel yapıları göz ardı edilerek yapılan bu paylaşım, ilerleyen yıllarda büyük toplumsal ve siyasi sorunlara zemin hazırlamıştır. Araplar, bu gizli anlaşmanın ortaya çıkmasıyla kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını öğrenmiş ve Batı’ya duyulan güven büyük ölçüde sarsılmıştır

İşte bu yazıda, bir casus filmini andıran bu gizli anlaşmanın perde arkasına sızacak; bir imparatorluğun enkazı üzerinde yeni bir coğrafyanın nasıl yaratıldığını ve bu yaratımın yüz yıldır dinmeyen acılara nasıl sebep olduğunu birlikte anlamaya çalışacağız. Kemerlerinizi bağlayın, çünkü tarihin en etkili ve en tartışmalı anlaşmalarından birinin derinliklerine iniyoruz.

Perde Arkası: I. Dünya Savaşı ve Osmanlı Planları

Her şey, I. Dünya Savaşı’nın o tozlu dumanlı günlerinde başladı. Takvimler 1916’yı gösteriyordu. Savaşın en hararetli döneminde, İtilaf Devletleri olan İngiltere ve Fransa, karşılarındaki “Avrupa’nın Hasta Adamı” olarak gördükleri Osmanlı İmparatorluğu’nun artık son günlerini yaşadığına emindi. Savaş bittiğinde, bu devasa imparatorluktan geriye kalacak o zengin toprakların, özellikle de petrol yatakları ve stratejik geçiş yollarıyla dolu Ortadoğu’nun nasıl paylaşılacağı, onlar için savaşın kendisi kadar önemli bir meseleydi.

İki büyük sömürge imparatorluğunun da bölgede kendine has hedefleri vardı. İngiltere için en büyük öncelik, en değerli sömürgesi olan Hindistan’a giden deniz yolunun güvenliğiydi. Bu, Süveyş Kanalı’nın ve Basra Körfezi’ne açılan Mezopotamya topraklarının kontrol altına alınması anlamına geliyordu. Fransa ise, tarihsel olarak “Levant” bölgesi olarak bilinen, bugünkü Suriye ve Lübnan topraklarında köklü kültürel ve ekonomik bağlara sahipti ve bu bölgedeki hakimiyetini perçinlemek istiyordu.

İşin en trajikomik yanı ise, bu gizli paylaşım planları yapılırken, İngilizlerin bir başka cephede bambaşka bir vaatte bulunmasıydı. “Arabistanlı Lawrence” olarak da bildiğimiz T.E. Lawrence gibi figürler aracılığıyla, bölgedeki Araplara, Osmanlı’ya karşı isyan etmeleri karşılığında savaş sonunda bağımsız ve birleşik bir Arap krallığı kurma sözü veriyorlardı. Yani bir el sıkışırken, diğer elle bölgenin kaderini bambaşka bir şekilde çiziyorlardı. Bu, daha en başından ihanet üzerine kurulu bir planın habercisiydi.

İşte bu gizli paylaşım planını kağıda dökmek için iki diplomat görevlendirildi. İngiliz tarafında, Ortadoğu konusunda uzman, maceraperest bir aristokrat olan Sir Mark Sykes; Fransız tarafında ise deneyimli bir diplomat olan François Georges-Picot. Bu iki adam, Londra’nın kapalı kapıları ardında, milyonlarca insanın geleceğini belirleyecek o meşhur haritanın başına oturdular.

Bu sürecin en can alıcı noktası, tamamen gizli yürütülmesiydi. Paylaşılması planlanan topraklarda yaşayan Arapların, Kürtlerin, Türkmenlerin veya diğer halkların bu pazarlıktan hiç haberi olmadı. Onların rızası, istekleri veya tarihsel bağları hiç dikkate alınmadı. Gelecekleri, binlerce kilometre uzakta, daha önce o topraklara belki de hiç ayak basmamış iki adamın elindeki bir kalem ve cetvelin ucundaydı.

Sykes-Picot: Anlaşmanın İçeriği ve Gizli Pazarlıklar

Sykes ve Picot’nun yaptığı şey, aslında oldukça basitti. Önlerine aldıkları bir Ortadoğu haritası üzerine, bugünkü Filistin’in Akka kentinden başlayıp, Irak’ın Kerkük kentine kadar uzanan çapraz bir çizgi çektiler. Bu çizginin kuzeyinde ve güneyinde kalan topraklar, iki ülke arasında nüfuz bölgeleri olarak paylaştırılacaktı. Bu basit çizgi, bölgenin kaderini sonsuza dek değiştirecekti.

Anlaşmaya göre, çizginin kuzeyinde kalan bölgeler büyük ölçüde Fransa’ya bırakılıyordu. Bugünkü Lübnan’ın tamamı ve Suriye’nin kıyı şeridi, direkt Fransız yönetimi altına girecek olan “Mavi Bölge” olarak belirlendi. Suriye’nin iç kısımları ve Musul vilayeti ise, kurulması planlanan bir Arap devletinin parçası olacak ancak Fransız “nüfuz ve koruması” altında kalacaktı. Yani kağıt üzerinde bağımsız, gerçekte ise Fransız kontrolünde bir bölge…

Çizginin güneyi ise İngiltere’nin payına düşüyordu. Basra Körfezi’ne açılan ve petrol açısından zengin olan güney Mezopotamya (bugünkü Irak’ın güneyi), Bağdat dahil olmak üzere direkt İngiliz kontrolündeki “Kırmızı Bölge” olacaktı. Ürdün ve bugünkü Irak’ın orta kısımlarını kapsayan geniş bir çöl bölgesi de, yine bir Arap devleti çatısı altında ancak İngiliz “nüfuz ve koruması” altında olacaktı.

Peki ya kutsal topraklar ne olacaktı? Kudüs ve çevresini kapsayan Filistin bölgesi, Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam için kutsal olması nedeniyle bir istisna olarak görüldü. Burası, anlaşmada “Kahverengi Bölge” olarak tanımlandı ve savaş sonrasında Rusya dahil diğer müttefiklerle birlikte kararlaştırılacak bir “uluslararası yönetim” altına alınması planlandı. Bu belirsizlik, daha sonra yaşanacak olan büyük sorunların da ilk tohumlarını ekmiş oldu.

Anlaşmanın ilk halinde, müttefiklerden biri olan Çarlık Rusyası’na da pay verilmişti. Rusya’ya, Boğazlar (İstanbul ve Çanakkale), İstanbul ve Doğu Anadolu’dan bazı topraklar vaat edilmişti. Ancak 1917’de Rusya’da gerçekleşen Bolşevik Devrimi ile Çarlık rejimi yıkılınca, yeni kurulan Sovyet yönetimi bu emperyalist paylaşım planından çekildi ve anlaşmanın tüm kirli çamaşırlarını dünyaya ifşa etti. Bu arada Versay Antlaşması da buradan etkilenmiştir.

Sykes-Picot’un Mirası: Vaatler ve Kanayan Sınırlar

Sykes-Picot, 1917 yılına kadar gizli bir anlaşmaydı. Ancak Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nden sonra yeni yönetim, Çar’ın arşivlerinde bulduğu bu gizli anlaşmayı tüm dünyaya ifşa etti. Bu ifşaat, özellikle kendilerine bağımsızlık sözü verilen Araplar arasında bir şok etkisi yarattı. İngiltere ve Fransa’nın ikiyüzlülüğü ve emperyalist niyetleri, tüm çıplaklığıyla ortaya serilmişti.

Bu, Araplar için büyük bir ihanet anlamına geliyordu. Osmanlı’ya karşı canları pahasına savaşmış, büyük bir isyan başlatmışlardı. Karşılığında bekledikleri şey, Şam’dan Yemen’e uzanan büyük ve bağımsız bir Arap devletiydi. Ancak aldıkları şey, ülkelerinin iki Avrupalı güç arasında, kendi rızaları olmadan paylaştırılması oldu. Bu ihanet duygusu, Arap dünyasında Batı’ya karşı günümüze kadar süren derin bir güvensizlik ve öfke mirası bıraktı.

Anlaşmanın en yıkıcı ve en kalıcı mirası ise, çizdiği yapay sınırlardır. Sykes ve Picot, harita üzerinde o çizgileri çekerken, bölgenin binlerce yıllık etnik, dini, mezhepsel ve aşiret yapılarını zerre kadar dikkate almadılar. Birbiriyle tarihsel olarak çatışma içinde olan Sünni ve Şii Arapları aynı “Irak” devletinin içine tıkıştırdılar. Yüzyıllardır bir arada yaşayan toplulukları ayırdılar.

İşte bu yapay ve mantıksız sınırlar, o günden bugüne Ortadoğu’daki pek çok savaşın ve istikrarsızlığın ana nedenlerinden biri oldu. Lübnan’daki iç savaştan, Irak’taki mezhep çatışmalarına, Suriye’deki bitmek bilmeyen kaostan, Kürt sorununun derinleşmesine kadar pek çok trajedinin kökeninde, Sykes-Picot’nun o cetvelle çizdiği çizgilerin gölgesi vardır. Anlaşma, doğası gereği istikrarsız ve yönetilmesi zor devletler yarattı.

Bugün bile, Sykes-Picot Anlaşması, Ortadoğu’da bir sembol olarak yaşamaya devam ediyor. Bölgedeki pek çok milliyetçi veya radikal grup, Batı emperyalizminin ve bölgedeki sorunların “orijinal günahı” olarak bu anlaşmayı gösterir. Hatta terör örgütü IŞİD, 2014 yılında Irak-Suriye sınırının bir kısmını buldozerle yıkarken, bunu “Sykes-Picot sınırını yok ediyoruz” propagandasıyla dünyaya duyurmuştu. Bu, anlaşmanın mirasının ne kadar canlı ve ne kadar güçlü olduğunun en net göstergesidir.

Bugün Ortadoğu’da yaşanan çatışmaları, bitmek bilmeyen istikrarsızlığı ve derin güvensizlik ortamını, bu yüz yıl önceki gizli pazarlığın mirasını anlamadan tam olarak kavramak mümkün değildir. O cetvelle çizilen sınırlar, hala kanamaya ve gözyaşı dökmeye devam ediyor.

Bu yüzden, Sykes-Picot’nun hikayesini bilmek, sadece bir tarih bilgisi değil, aynı zamanda günümüz dünyasını daha iyi okuyabilmek için bir anahtardır. Bu hikaye, bize tarihin asla geçmişte kalmadığını, aksine bugünü ve yarını şekillendirmeye devam ettiğini hatırlatan güçlü ve uyarıcı bir derstir.

KariyerYol

Recent Posts

Geceyarısı Kütüphanesi’ni Keşfet: “Keşke”li Hayatlara!

Hayatınızda hiç "keşke" dediniz mi? "Keşke o iş teklifini kabul etseydim…", "Keşke o ilişkiyi bitirmeseydim…",…

6 saat ago

Jeff Bezos: Amazon’un Kuran ve Dünyayı Değiştiren Adam

Bugün, adını bilmeyenimizin neredeyse kalmadığı, bir tıkla kapımıza dünyaları getiren bir devin, Amazon'un ve onun…

21 saat ago

BRICS Genişlemesi ve Anlama Rehberi: ABD ile Rekabet

Son zamanlarda haberlerde, sosyal medyada sürekli karşınıza çıkan o beş harfli kelimeye dikkat ettiniz mi:…

22 saat ago

Tayvan Krizi, Çin’in Hedefleri ve ABD’nin Karmaşık Rolü

Haritaya baktığınızda, Çin'in hemen yanı başında duran o küçük ada ülkesi Tayvan, son yıllarda dünyanın…

1 gün ago

Faiz Ötesi: Katılım Bankacılığı Nedir ve Diğer Bankalardan Farkı Ne?

Bankacılık denince pek çoğumuzun aklına hemen "kredi", "mevduat" ve tabii ki "faiz" kelimeleri gelir, değil…

1 gün ago

Tutunamayanlar’ı Anla: Konusu, Karakterleri ve Dünyası

Türk edebiyatının "Everest'i" olarak anılan, pek çok kişinin başlayıp yarım bıraktığı ama bitirenlerin de bir…

2 gün ago