simyacı
İçindekiler
Bugün yine o meşhur, o efsanevi kitaba, yani Paulo Coelho‘nun “Simyacı“sına doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Ama bu kez rotamız biraz daha detaylı: Kitabın o hepimizi etkileyen konusuna, unutmak bilmediğimiz özetine ve tabii ki kalbimize taht kuran karakterlerine daha yakından bakacağız. Hani bazı kitaplar vardır, okursunuz biter ama etkisi günlerce, hatta yıllarca sürer ya, işte Simyacı tam da öyle bir eser. Bu anlamda biraz Victor Hugo’nın Bir İdam Mahkumunun Son Günü eserini de andırmaktadır
Belki de bir arkadaşınızın hararetli tavsiyesiyle elinize aldınız, belki bir kitapçıda kapağına vurulup “Bu beni çağırıyor!” dediniz. Sebebi ne olursa olsun, Simyacı ile tanışan hemen herkesin hayatında ufak da olsa bir iz bıraktığı kesin. Peki, bu kitabın sırrı ne? Neden bu kadar seviliyor, neden bu kadar konuşuluyor? Gelin, bu soruların cevaplarını hep birlikte arayalım.
Bu yazıda, Santiago’nun Endülüs topraklarından Mısır çöllerine uzanan macerasının ardındaki derin anlamlara, hikayenin kilit noktalarına ve bu yolculukta ona eşlik eden, her biri ayrı bir ders niteliğindeki karakterlere odaklanacağız. Amacımız, kitabı henüz okumamış olanlara sağlam bir ön bilgi sunmak, okumuş olanların ise hafızasını tazeleyip belki de gözden kaçırdığı detayları yeniden fark etmesini sağlamak.
Hazırsanız, Simyacı’nın sayfalarını aralayıp o büyülü atmosferde kaybolmaya, Santiago’nun heyecanını paylaşmaya ve karakterlerin derinliklerinde kendimizden bir şeyler bulmaya başlayalım.
Kemerleri bağlayın, edebi bir maceraya çıkıyoruz!
Simyacı, en basit tanımıyla, Endülüslü genç çoban Santiago‘nun rüyasında gördüğü bir hazineyi bulmak için İspanya’dan Mısır Piramitleri’ne yaptığı yolculuğu anlatır. Ama bu sadece görünen yüzü. Kitabın asıl konusu, bir insanın kendi “Kişisel Menkıbe“sini, yani hayattaki gerçek amacını, kalbinin en derin arzusunu keşfetme ve bu uğurda çıktığı içsel ve dışsal yolculuktur. Coelho, bu arayışı evrensel bir dille ve sembollerle işleyerek her okuyucunun kendinden bir parça bulmasını sağlar.
Kitap, hayallerin peşinden gitmenin önemini, korkuları aşmayı, işaretleri okumayı ve evrenle uyum içinde yaşamayı vurgular. Santiago’nun macerası, aslında hepimizin hayatında karşılaştığı seçimler, engeller ve öğrenme süreçleriyle doludur. “Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar” felsefesi, kitabın temel mesajlarından biridir ve okuyucuya umut aşılar. Yani konu sadece bir hazine avı değil, kendini bulma ve gerçekleştirme serüvenidir.
Simyacı’nın değindiği bir diğer önemli konu ise “Evrenin Ruhu” ve onunla iletişim kurabilme yetisidir. Kitap, doğanın, insanların ve tüm varoluşun birbiriyle bağlantılı olduğunu ve bu bağlantıyı anlayabildiğimizde hayatın sırlarına daha çok vakıf olabileceğimizi anlatır. Santiago’nun yolculuğu boyunca karşılaştığı farklı kültürler, insanlar ve doğa olayları, ona bu evrensel dili anlaması için fırsatlar sunar. Bu da konuyu kişisel bir arayıştan daha evrensel bir boyuta taşır.
Sonuç olarak, Simyacı’nın konusu çok katmanlıdır. Bir yandan macera dolu bir yol hikayesi okurken, diğer yandan hayatın anlamı, kader, aşk, cesaret ve bilgelik gibi derin temalar üzerine düşünürsünüz. Kitap, bize sıradan bir hayatın bile ne kadar olağanüstü bir potansiyele sahip olabileceğini ve önemli olanın bu potansiyeli keşfedip peşinden gitmek olduğunu fısıldar.
Bu yüzden de konusu, okuyanın kendi iç dünyasına ve hayallerine göre şekillenebilen, yaşayan bir temadır.
Her şey, genç çoban Santiago’nun sürüsüyle birlikte Endülüs topraklarında dolaşırken gördüğü tekrarlayan bir rüya ile başlar. Rüyasında, Mısır Piramitleri’nin eteklerinde gömülü bir hazine onu beklemektedir. Bu rüyanın etkisinden kurtulamayan Santiago, önce bir falcıya danışır, ardından da kendini “Salem Kralı” olarak tanıtan bilge Melkizedek ile karşılaşır. Melkizedek, ona “Kişisel Menkıbe”sinden bahseder ve onu hayallerinin peşinden gitmesi için cesaretlendirir. Bu konuşma, Santiago’nun hayatını değiştirecek kararı almasına neden olur: Koyunlarını satar ve Afrika’ya doğru yola çıkar.
Santiago’nun Afrika’daki ilk durağı Tanca olur ve burada tüm parasını çaldırarak büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Ancak pes etmez ve bir billuriye dükkanında çalışmaya başlar. Burada geçirdiği bir yıl boyunca hem para biriktirir hem de önemli hayat dersleri öğrenir. Billuriye tüccarının durağan hayatına karşın, Santiago’nun içindeki macera ateşi sönmemiştir. Yeterli parayı biriktirdikten sonra, Mısır’a giden bir kervana katılır.
Çöl yolculuğu sırasında, Santiago bir İngiliz ile tanışır. İngiliz, gerçek bir simyacıyı bulup ondan simyanın sırlarını öğrenmek istemektedir. Birlikte El-Fayyum vahasına ulaşırlar. Santiago burada, hayatının aşkı Fatima ile tanışır ve ona derin bir sevgiyle bağlanır. Aynı zamanda, vahanın bilge kişisi olan ve 200 yaşındaki Simyacı ile karşılaşır. Simyacı, Santiago’nun Kişisel Menkıbe’sini tamamlama yolunda ona rehberlik etmeyi kabul eder ve ikisi birlikte çölün tehlikeli yolculuğuna devam ederler.
Bu yolculukta Santiago, Simyacı’dan Evrenin Dili’ni, kalbinin sesini dinlemeyi ve doğayla bütünleşmeyi öğrenir. Birçok tehlike atlatırlar; hatta bir askeri kampa esir düşerler ve Santiago, kendini rüzgara dönüştürerek hayatta kalır. Sonunda Piramitler’e ulaşır, ancak hazineyi orada bulamaz. Tam umutsuzluğa kapıldığı anda, aslında hazinenin başladığı yerde, İspanya’daki terk edilmiş kilisede olduğunu anlar. Geri döner ve hazinesine kavuşur. Ancak asıl hazine, bu yolculukta kazandığı bilgelik, deneyim ve kendini keşfetmesidir. Hikaye, Santiago’nun Fatima’ya dönme umuduyla sona erer.
Simyacı’nın konusunun derinliklerine, özetinin heyecanına ve karakterlerinin unutulmazlığına doğru yaptığımız keyifli gezintinin sonuna geldik. Gördüğünüz gibi, bu kitap sadece bir macera romanı olmanın çok ötesinde; hayat, hayaller, aşk ve kendini keşfetme üzerine yazılmış evrensel bir başyapıt. Her bir sayfası, bize kendi içsel yolculuğumuz hakkında bir şeyler fısıldıyor.
Simyacı’nın konusu, bize Kişisel Menkıbemizi bulma ve onu yaşama cesaretini verirken, özeti de bu yolda karşılaşılabilecek zorlukları ama aynı zamanda güzellikleri de gözler önüne seriyor. Santiago, Melkizedek, Simyacı ve Fatima gibi karakterler ise adeta birer rehber gibi bize eşlik ediyor, onların deneyimlerinden dersler çıkarıyoruz. Her bir karakter, hayatın farklı bir yönünü ve insan doğasının farklı bir parçasını temsil ediyor.
Eğer bu satırları okurken Simyacı’ya olan merakınız daha da arttıysa ya da kitabı tekrar okuma isteğiyle dolduysanız, ne mutlu bize! Çünkü Paulo Coelho’nun bu ölümsüz eseri, her okuyuşta farklı anlamlar ve ilhamlar sunabilen nadir kitaplardan. Okuduktan sonra kendi “hazinelerinizi” ve kitaptan çıkardığınız dersleri yorumlarda bizimle paylaşmaktan çekinmeyin.
Unutmayın, Simyacı’nın bize öğrettiği en önemli şeylerden biri de şudur: Hayallerinizin peşinden gitmek için hiçbir zaman geç değildir ve evren, bu yolda size her zaman destek olacaktır. Yeter ki kalbinizin sesini dinleyin ve ilk adımı atın!
Hepimizin bildiği gibi bazı eserler vardır ki; sizi oturduğunuz yerden alıp buz gibi rüzgarların estiği,…
Çukurova'nın bereketli topraklarından fışkıran o dev çınarın, Yaşar Kemal'in gölgesinde biraz soluklanmak önemlidir. Bazı kitaplar…
"Bir insan tek başına neler başarabilir ki?" diye düşünenler! Bazı isimler vardır, sadece bir ülkenin…
Kabul etmek gerekir ki; bazı kitaplar vardır, okurken kanınızı dondurur, midenize yumruk gibi oturur ama…
Bazı kitaplar vardır, kapağını kapattıktan sonra bile ruhunuzda gezinmeye devam eder. İşte Antoine de Saint-Exupéry’nin…
"Dahiler de bizim gibi insan mı yahu?" diye düşünür müsünüz! "Einstein" deyince aklınıza ne geliyor?…