muhteşem gatsby
İçindekiler
Gözlerinizi kapatın ve bir anlığına 1920’lerin Amerika’sını hayal edin: Gecenin karanlığını aydınlatan havai fişekler, bahçelerden taşan caz müziği, şelaleler gibi akan şampanyalar ve en son moda kıyafetleriyle dans eden insanlar… İşte bu parıltılı dünyanın merkezinde, Long Island’daki malikanesinde her hafta sonu efsanevi partiler veren gizemli bir adam var: Jay Gatsby. Peki ama kim bu Muhteşem Gatsby? Bu akıl almaz zenginliğin kaynağı ne? Ve neden bu görkemli partileri veriyor? (Kitap Gazap Üzümleri döneminde yazılmıştır.)
Romanın başkahramanı J.Gatsby, dışarıdan bakıldığında son derece zengin, gizemli ve başarılı bir adam olarak görünür. Ancak onun tüm bu zenginliğinin ardında, geçmişe duyduğu takıntılı bir aşk ve onu geri kazanma arzusu yatar. Gatsby’nin eski sevgilisi Daisy Buchanan’a duyduğu aşk, romanın merkezindeki trajik hikâyeyi oluşturur. Bu aşk uğruna inşa edilen devasa malikâne, verilen lüks partiler ve sürdürülen sahte hayat, aslında derin bir boşluğun ve hayal kırıklığının göstergesidir.
Romanın anlatıcısı Nick Carraway, Muhteşem Gatsby’nin komşusu ve aynı zamanda Daisy’nin kuzenidir. Nick’in gözünden anlatılan hikâye, sadece onun değil, dönemin Amerikan toplumunun da ahlaki çöküşünü yansıtır. Zenginliğin peşinde koşan, ama içsel olarak tatmin olamayan karakterlerin her biri, Fitzgerald’ın toplum eleştirisinin birer parçasıdır. Gatsby’nin idealizmi ile çevresindeki dünyanın yüzeyselliği arasındaki çatışma, romanın en güçlü yönlerinden biridir.
Muhteşem Gatsby, kısa hacmine rağmen oldukça derin ve çok katmanlı bir eserdir. Sadece bir aşk hikâyesi değil; aynı zamanda hayallerin, toplumsal beklentilerin ve Amerikan Rüyası’nın çöküşünün romanıdır. Fitzgerald’ın zarif üslubu ve sembollerle örülü anlatımı sayesinde eser, hem akademik çevreler hem de genel okuyucular için vazgeçilmez bir klasik hâline gelmiştir. Onun hikâyesi, hâlâ milyonlarca insanın zihninde yankılanan bir trajedidir.
Bu yazıda, F. Scott Fitzgerald’ın unutulmaz eseri “Muhteşem Gatsby”nin o göz kamaştıran ama bir o kadar da hüzünlü dünyasına adım atacak, maskelerin ardındaki karakterleri tanıyacak ve parıltılı bir yüzeyin altına gizlenmiş o derin trajediyi, yani Amerikan Rüyası’nın çöküşünü birlikte keşfedeceğiz.
Hikayemiz, olayların anlatıcısı olan, orta batıdan New York’a yeni taşınmış genç ve mütevazı bir adam olan Nick Carraway’in gözünden anlatılır. Nick, Long Island’ın “yeni zenginlerinin” yaşadığı West Egg‘de küçük bir eve yerleşir. Komşusu ise, kimsenin hakkında pek bir şey bilmediği, malikanesinde her hafta sonu yüzlerce kişinin katıldığı çılgın partiler veren o esrarengiz milyoner, Jay Gatsby’dir. Karşı kıyıda, East Egg’de ise “eski ve soylu zenginler” yaşamaktadır; aralarında Nick’in kuzeni Daisy Buchanan ve onun zengin, güçlü ama bir o kadar da kaba kocası Tom da vardır.
Onun partileri dillere destandır. En iyi orkestralar çalar, en pahalı içkiler servis edilir ve New York’un tüm kaymak tabakası bu partilere akın eder. İşin ilginç yanı, partideki pek çok misafirin ev sahibi Gatsby’yi hiç görmemiş veya tanımıyor olmasıdır. Herkes onun hakkında farklı bir söylenti yayar; bir casus olduğu, birini öldürdüğü, Alman bir soyludan geldiği gibi… Nick, bu partilere davetiye ile çağrılan ender kişilerden biri olur ve nihayet bu gizemli adamla tanışır. Muhteşem Gatsby, Nick’in hayal ettiğinden çok daha genç, nazik ve umut dolu bir adamdır.
Çok geçmeden, bu görkemli partilerin ve tüm bu şatafatın altında yatan asıl neden ortaya çıkar. Gatsby’nin tek bir amacı vardır: Karşı kıyıdaki malikanede yaşayan, beş yıl önce büyük bir aşk yaşadığı Daisy Buchanan’ın dikkatini çekmek. Kahramanımız, Birinci Dünya Savaşı’na gitmeden önce fakir bir subayken Daisy ile tanışmış, ona delicesine aşık olmuştur. Ancak o savaştayken, Daisy zengin ve güçlü Tom Buchanan ile evlenmiştir. Adamımız ise, yasa dışı yollarla da olsa muazzam bir servet biriktirmiş ve Daisy’nin evinin tam karşısına bu malikaneyi almıştır. Tüm bu partiler, belki bir gece Daisy de gelir umuduyla verilmektedir.
Gatsby, Nick’ten kendisiyle Daisy’yi bir araya getirmesini rica eder. Nick’in evinde gerçekleşen bu buluşma, son derece gergin başlasa da, ikilinin arasındaki eski aşk yeniden alevlenir. Adamımız Daisy’ye servetini, malikanesini göstererek onu etkilemeye çalışır. Onun tek ve takıntılı hayali, geçmişi silip, sanki araya o beş yıl hiç girmemiş gibi Daisy ile her şeye yeniden başlamaktır. “Geçmişi tekrar edemezsin” diyen Nick’e, “Elbette edebilirim!” diyecek kadar naif ve umutsuzca bir inanç içindedir.
Ancak bu hayal, trajik bir sona doğru hızla ilerler. New York’ta bir otel odasında yaşanan gergin bir yüzleşme sırasında, Tom, onun servetinin kaynağını açıklar ve Daisy’nin kafasını karıştırır. Bu yüzleşmenin ardından eve dönerlerken, direksiyonda olan Daisy, kahramanımızın arabasıyla Tom’un metresi olan Myrtle’a çarparak onun ölümüne neden olur. Muhteşem Gatsby, sevdiği kadını korumak için suçu üstlenir. Karısının bir başkası tarafından öldürüldüğünü düşünen Myrtle’ın kocası George Wilson ise, intikam almak için Gatsby’yi malikanesinin havuzunda vurarak öldürür ve ardından intihar eder. O görkemli partilerine akın eden yüzlerce kişiden cenazesine ise sadece bir avuç insan katılır.
“Muhteşem Gatsby”nin karakterleri“, sadece birer roman kahramanı değil, aynı zamanda 1920’lerin “Caz Çağı”nın, o pırıltılı ama ahlaken çürümüş toplumun birer arketipidir. Fitzgerald, her bir karakterin maskesinin ardındaki boşluğu, yalnızlığı ve trajediyi ustalıkla gözler önüne serer. Onlar, zenginliğin ve kaygısızlığın ortasında, aslında kaybolmuş ruhlardır.
“Muhteşem Gatsby,” yüzeyde bir aşk hikayesi gibi görünse de, aslında F. Scott Fitzgerald’ın 1920’ler Amerikası’na ve “Amerikan Rüyası” kavramına yönelik yaptığı en keskin eleştirilerden biridir. Roman, o şatafatlı partilerin, lüks arabaların ve göz kamaştıran zenginliğin altındaki manevi boşluğu, ahlaki çürümeyi ve insan ruhunun trajedisini gözler önüne serer. Bu yüzden sadece bir dönemin romanı değil, evrensel ve zamansız bir eserdir.
Romanın merkezindeki en güçlü tema, Amerikan Rüyası’nın yozlaşmasıdır. Geleneksel Amerikan Rüyası, çok çalışarak ve dürüst olarak başarıya ve mutluluğa ulaşma idealine dayanır. Gatsby, fakir bir aileden gelip inanılmaz bir servete ulaşarak bu rüyanın maddi kısmını gerçekleştirir. Ancak bunu, içki yasağı döneminde yasa dışı alkol ticareti gibi kirli yollarla yapar. Daha da önemlisi, onun hayali mutluluk değil, geçmişte kalmış bir imgeyi, Daisy’yi “satın almaktır”. Bu, rüyanın nasıl materyalist, boş ve ahlaktan yoksun bir hale geldiğinin en acı eleştirisidir.
Geçmişe duyulan takıntı ve zamanı geri çevirme arzusu, Gatsby’nin trajedisinin temelini oluşturur. Gatsby, paranın her şeyi, hatta zamanı bile satın alabileceğine inanır. Nick’e söylediği “Elbette geçmişi tekrar edebilirim!” sözü, onun bu naif ve tehlikeli takıntısının bir özetidir. Ancak roman, bize zamanın acımasızca ileri aktığını ve geçmişi yeniden yaratma çabasının sadece yıkımla sonuçlanacağını gösterir. Romanın o meşhur son cümlesi de bu temayı özetler: “Böylece akıntıya karşı kürek çekerek, durmaksızın geçmişe doğru sürükleniyoruz.”
Fitzgerald, romanda sınıf farklılıkları ve zenginliğin ahlak üzerindeki etkisini de ustalıkla işler. “Eski zenginler” (Tom ve Daisy) ile “yeni zenginler” (Gatsby) arasında derin bir uçurum vardır. Buchananlar, sahip oldukları servetin ve statünün verdiği bir kayıtsızlıkla etraflarındaki her şeyi ve herkesi kırıp dökerler, sonra da “paralarının veya o muazzam kayıtsızlıklarının arkasına saklanıp” hiçbir sonuçla yüzleşmezler. Gatsby ise, ne kadar zengin olursa olsun, o sınıfa asla tam olarak kabul edilmez ve sonunda yine onlar tarafından harcanan bir kurban olur.
Roman, güçlü sembollerle doludur. Gatsby’nin her gece malikanesinden uzanıp baktığı, Daisy’nin evinin iskelesindeki yeşil ışık, onun ulaşılmaz hayalini, geçmişe olan özlemini ve umudunu simgeler. Küller Vadisi’ne (Valley of Ashes) bakan Doktor T. J. Eckleburg’ün gözleri olan reklam panosu, ahlaki çöküşün yaşandığı bu dünyaya tanıklık eden, yargılayan ama müdahale etmeyen bir Tanrı figürü gibidir. New York ile zenginlerin yaşadığı West Egg arasındaki bu sanayi atıklarıyla dolu Küller Vadisi ise, o pırıltılı hayatların ardındaki manevi ve sosyal çürümeyi temsil eder.
“Muhteşem Gatsby”nin o şampanya köpüklü ama bir o kadar da melankolik dünyasında bir gezintiye çıktık. Bu kitap, bize paranın mutluluğu satın alamayacağını, geçmişe saplanıp kalmanın tehlikelerini ve Amerikan Rüyası’nın o parlak vaatlerinin ardındaki karanlık yüzünü gösteren, zamana meydan okuyan bir başyapıt. Jay Gatsby’nin o yeşil ışığa uzanan umut dolu ama trajik hikayesi, bize hayallerimizin doğasını ve peşinden koştuğumuz şeylerin gerçek değerini sorgulatır.
Eğer Caz Çağı’nın o baş döndürücü ritmine kapılmak ve edebiyatın en unutulmaz karakterlerinden biriyle tanışmak isterseniz, “Muhteşem Gatsby” sizi bekliyor. Çünkü hepimizin hayatında, ulaşmaya çalıştığı bir “yeşil ışık” vardır, değil mi?
Dünya modern klasiklerini sevenler için bugün insan ruhunun usta cerrahı Stefan Zweig'in o keskin neşteriyle…
Elinizde uzun mu uzun kelime listeleri, bir yanda kelimenin kendisi, diğer yanda Türkçe anlamı… Saatlerce…
Sizi rahat koltuğunuzdan kaldırıp, konfor alanınızın dışına iten ve zihninizin en karanlık koridorlarında gezintiye çıkaran…
Kısacık olmalarına rağmen ruhunuzda bir ömür boyu sürecek derin bir iz bırakan bazı hikayeler vardır.…
Hiç acil bir ihtiyacınız için kredi başvurusu yapıp olumsuz yanıt aldınız mı? Ya da hayalini…
Geceleri yatağa girdiğinizde aklınıza gelen o rakamlar, ay sonu ekstreleri ve bir türlü azalmıyor gibi…