gece yarısı kütüphanesi
İçindekiler
Hayatınızda hiç “keşke” dediniz mi? “Keşke o iş teklifini kabul etseydim…”, “Keşke o ilişkiyi bitirmeseydim…”, “Keşke o şehirde yaşamaya devam etseydim…”. Hepimizin zihninin bir köşesinde, seçmediğimiz yolların, yaşamadığımız hayatların hayali vardır. Peki ya size, tüm bu “keşke”lerinizi deneme şansı bulabileceğiniz bir yer olduğunu söylesem? İşte Matt Haig‘in tüm dünyada fırtınalar estiren romanı “Gece Yarısı Kütüphanesi“, tam da bu büyülü fikrin üzerine kurulu.
Kitabın ana karakteri Nora Seed, hayatından memnun olmayan, geçmişte yaptığı seçimlerden dolayı büyük pişmanlık duyan bir kadındır. Nora, hayatına son vermeyi düşündüğü bir anda kendini gizemli bir kütüphanede bulur. Bu kütüphane, sonsuz sayıda kitapla doludur ve her biri onun yapmadığı bir seçimi, yaşayabileceği farklı bir hayatı temsil etmektedir. Nora, kitapları tek tek açarak bu alternatif hayatları deneyimleme şansına sahip olur.
Matt Haig, bu kurgusal evreni kullanarak aslında hepimizin içinde taşıdığı “başka bir hayat mümkün müydü?” sorusunu edebi bir derinlikle ele alır. Yazarın sade ama etkili dili, okuru karakterin duygusal yolculuğuna kolayca dahil ederken, aynı zamanda yaşamın değerini ve her anın anlamını fark ettirir. Roman, depresyon, kaygı ve varoluşsal boşluk gibi temaları da cesurca işlerken, bunu karamsar değil umut dolu bir dille yapar. Bu yönüyle Bir İdam Mahkumunun Son Günü romanı ezgilerini hissederiz.
Analizimizde, pişmanlıklar içinde boğulan bir kadının, yaşamla ölüm arasındaki o sonsuz anda bulduğu sihirli bir kütüphanede, yaşayabileceği tüm alternatif hayatları deneme şansını ve bu yolculuğun onu nereye götürdüğünü konuşacağız. Gelin, Matt Haig’in hepimizin kalbine dokunan bu modern klasiğinin kapısını birlikte aralayalım.
Hikayemiz, hayatının en dip noktasında olan bir kadınla, Nora Seed ile başlıyor. Nora, otuzlu yaşlarının ortasında, kendini tam bir başarısızlık abidesi olarak görmektedir. İşini kaybetmiş, kedisi ölmüş, ailesi ve arkadaşlarıyla arası bozulmuş, sahip olduğu tüm yetenekleri (yüzme, müzik) yarıda bırakmıştır. Hayatındaki herkesi hayal kırıklığına uğrattığına ve varlığının anlamsız olduğuna o kadar inanmıştır ki, bir gece yaşamına son vermeye karar verir.
Ancak Nora, kendini ne cennette ne de cehennemde bulur. Bunun yerine, duvarları yerden tavana kadar sayısız kitapla dolu, sonsuz gibi görünen bir kütüphanede gözlerini açar. Saate baktığında, zamanın tam olarak gece yarısında, yani 00:00:00‘da donup kaldığını fark eder. Burası, ne yaşam ne de ölüm olan, araftaki o büyülü yerdir: Gece Yarısı Kütüphanesi.
Kütüphanede onu, çocukluğundan tanıdığı, ona her zaman nazik davranmış olan okul kütüphanecisi Bayan Elm karşılar. Bayan Elm, Nora’ya bu sıra dışı yerin kurallarını anlatır. Bu kütüphanedeki her bir kitap, Nora’nın farklı bir seçim yapsaydı yaşayabileceği potansiyel bir hayatı temsil etmektedir. Her kitap, Nora’nın yaşayabileceği alternatif bir evrenin kapısıdır.
Bayan Elm, Nora’ya kütüphanenin nasıl çalıştığını gösterir. Nora, pişmanlık duyduğu herhangi bir ana geri dönüp, o anda farklı bir karar verseydi hayatının nasıl olacağını deneyimleme şansına sahiptir. “Keşke o gruptan ayrılmasaydım” dediği anda, bir rock star olduğu hayatın kitabını açabilir. “Keşke nişanlımı terk etmeseydim” dediğinde, evli bir kadın olduğu hayatı deneyebilir. Seçim tamamen onundur.
Nora’nın önünde bir de ağır, kalın bir kitap durmaktadır: “Pişmanlıklar Kitabı”. Bu kitap, Nora’nın hayatı boyunca biriktirdiği tüm “keşke”lerin bir listesidir. Görevi basittir: Bu kitaptan bir pişmanlık seçmek, o pişmanlığa karşılık gelen hayat kitabını raftan alıp açmak ve o hayatın içine girerek, aradığı mutluluğun orada olup olmadığını görmek. Eğer denediği bir hayattan gerçekten memnun kalırsa, orada sonsuza dek yaşayabilecektir.
Nora’nın bu sıra dışı yolculuğu, en büyük pişmanlıklarını “tamir etme” umuduyla başlar. İlk olarak, eski nişanlısıyla evlendiği bir hayatı dener. Kendini, İngiltere kırsalında bir bar işleten, evli bir kadın olarak bulur. Ancak hayalindeki o mutlu evliliğin, aslında stresi, sevgisizliği ve bambaşka hayal kırıklıklarını barındırdığını kısa sürede fark eder. Bu hayat, ona mutluluk getirmez ve kendini tekrar kütüphanede bulur.
Ardından, başarılı bir yüzücü olma hayalini gerçekleştirdiği bir hayatı seçer. Kendini bir anda, olimpiyatlarda madalyalar kazanmış, ünlü ve disiplinli bir sporcu olarak bulur. Ancak bu hayatın da bedelleri vardır: babasının baskısı, bitmek bilmeyen antrenmanların getirdiği yalnızlık ve omuzlarındaki o ağır beklenti yükü… Nora, başarının her zaman mutluluk anlamına gelmediğini acı bir şekilde öğrenir.
Nora’nın yolculuğu, onlarca farklı hayatı denemesiyle devam eder. Birinde kutupları araştıran bir buzul bilimci (glasyolog), bir diğerinde Avustralya’da yaşayan mutlu bir hayvan bakıcısı, bir başkasında ise ünlü bir rock yıldızıdır. Her bir hayat, ona farklı bir yeteneğini, farklı bir karakter özelliğini gösterir. Kimi hayatlar heyecan verici, kimileri ise sakin ve sıradandır. Her bir deneyim, Nora’nın kendine ve hayata dair bakış açısını yavaş yavaş değiştirir.
Bu yolculuk sırasında Nora, önemli bir gerçeği keşfeder: Hiçbir hayat mükemmel değildir. En parlak görünen hayatların bile kendi içinde karanlık yönleri, acıları ve zorlukları vardır. Aynı şekilde, en sıradan görünen hayatlar bile, içinde beklenmedik güzellikler ve mutluluk anları barındırabilir. Nora, mutluluğun belirli bir “sonuç” olmadığını, aksine bir “süreç” olduğunu anlamaya başlar.
Ancak zaman daralmaktadır. Nora’nın gerçek dünyadaki bedeni yaşam mücadelesi verirken, Geceyarısı Kütüphanesi de yavaş yavaş çökmeye başlar. Raflar sallanır, kitaplar devrilir. Nora’nın, kütüphane tamamen yok olmadan önce, gerçekten “yaşamaya değer” bir hayat bulması veya kendi hayatına geri dönmeyi seçmesi gerekmektedir. Bu, onun arayışına heyecan ve aciliyet katan bir ölüm kalım mücadelesine dönüşür.
“Gece Yarısı Kütüphanesi”, büyülü konseptinin altında, okuyucuya hayat hakkında çok derin ve iyileştirici mesajlar veren felsefi bir eserdir. Kitabı bu kadar etkileyici kılan da, fantastik bir hikaye anlatırken, aslında hepimizin kendi hayatında karşılaştığı gerçek duygulara dokunmasıdır. Romanın en temel teması, pişmanlığın tiranlığıdır.
Matt Haig, “keşke”lerin ve geçmişe takılıp kalmanın, şimdiki anı yaşamamızı nasıl engellediğini çok etkili bir şekilde gösterir. Nora, farklı hayatları denedikçe anlar ki, pişmanlık duyduğu seçimlerin alternatifleri, sandığı gibi kusursuz cennetler değildir. Bu, okuyucuya kendi pişmanlıklarını sorgulatan bir ayna tutar. Belki de en büyük mutsuzluk kaynağımız, yaşadığımız hayat değil, yaşayamadığımızı düşündüğümüz o idealize edilmiş hayatlardır.
Romanın bir diğer güçlü mesajı, her birimizin içinde sayısız potansiyel barındırdığıdır. Nora, her yeni hayatta, kendinde var olduğunu bilmediği bir yeteneği (piyano çalmak, felsefe bilmek, cesur olmak) keşfeder. Bu, bize şunu söyler: Biz, sadece şu anki mesleğimizden, kimliğimizden veya durumumuzdan ibaret değiliz. İçimizde, bir bilim insanı, bir sanatçı, bir gezgin, bir ebeveyn olma potansiyeli her zaman var. Bu, inanılmaz derecede umut verici ve güçlendirici bir fikirdir.
Kitap, mutluluğun büyük ve görkemli başarılarda değil, genellikle küçük ve sıradan anlarda gizli olduğunu vurgular. Nora, en büyük tatmini bir rock yıldızı olduğunda değil, birine nazik bir söz söylediğinde veya küçük bir köpekle sevgi dolu bir an paylaştığında yaşar. Bu, bize mutluluğu büyük hedeflere endekslemek yerine, etrafımızdaki o küçük güzellikleri fark etmemiz gerektiğini hatırlatır.
Ve en önemlisi, “Gece Yarısı Kütüphanesi” umut ve ikinci bir şans üzerine bir romandır. Hayatının en karanlık noktasında olan bir karakterin, kendi değerini ve yaşama arzusunu yeniden keşfetme hikayesidir. Romanın sonunda anlarız ki, en iyi hayat, yaşanabilecek sonsuz alternatif hayatlardan biri değil, şu anda sahip olduğumuz tek hayattır. Asıl sihir, başka bir hayatı seçmekte değil, elimizdeki hayatı gerçekten “yaşamayı” seçmektedir.
“Gece Yarısı Kütüphanesi” bize, pişmanlıklarla dolu bir geçmişin yükünden kurtulup, anın değerini bilmemiz gerektiğini fısıldayan, modern zamanlar için yazılmış bir teselli kitabı gibi. Nora Seed’in o büyülü kütüphanedeki yolculuğu, aslında hepimizin kendi zihninde her gün yaptığı bir yolculuk.
Matt Haig, bize o sihirli soruyu sorduruyor: “Yaşamaya değer bir hayat bulmak için sonsuz sayıda deneme hakkın olsaydı, sonunda hangi hayatı seçerdin?“. Kitabın sonunda verilen cevap ise hem şaşırtıcı hem de son derece basittir: En iyi hayat, içinde olduğun hayattır. Yeter ki o hayatı yaşamaya karar ver.
Eğer siz de zaman zaman “keşke”lerin labirentinde kaybolmuş hissediyorsanız, bu kitap size bir pusula olabilir. Çünkü belki de en iyi hayat, “Pişmanlıklar Kitabı“nı kapatıp, elimizdeki o tek ve değerli hayat kitabının sayfalarını hevesle ve merakla çevirmeye başladığımız hayattır.
Bugün, adını bilmeyenimizin neredeyse kalmadığı, bir tıkla kapımıza dünyaları getiren bir devin, Amazon'un ve onun…
Son zamanlarda haberlerde, sosyal medyada sürekli karşınıza çıkan o beş harfli kelimeye dikkat ettiniz mi:…
Haritaya baktığınızda, Çin'in hemen yanı başında duran o küçük ada ülkesi Tayvan, son yıllarda dünyanın…
Bankacılık denince pek çoğumuzun aklına hemen "kredi", "mevduat" ve tabii ki "faiz" kelimeleri gelir, değil…
Türk edebiyatının "Everest'i" olarak anılan, pek çok kişinin başlayıp yarım bıraktığı ama bitirenlerin de bir…
Şöyle bir hafızanızı yoklayın... Bankada o bitmek bilmeyen sıraları beklediğiniz, öğle arasına denk gelmemek için…