BRICS genişlemesi
İçindekiler
Son zamanlarda haberlerde, sosyal medyada sürekli karşınıza çıkan o beş harfli kelimeye dikkat ettiniz mi: BRICS Genişlemesi. Yıllardır bir köşede duran bu kısaltma, son birkaç yıldır adeta küresel bir fırtınaya dönüştü. Yeni ülkelerin katılımıyla genişliyor, kendi bankasını kuruyor ve en önemlisi de, ABD dolarının hakimiyetine meydan okuyan söylemleriyle tüm dünyanın dikkatini çekiyor. Peki, gerçekten ne oluyor? BRICS, Batı’ya karşı kurulmuş gizli bir komplo mu, yoksa gelişmekte olan ülkelerin, yani “Küresel Güney“in dünya sahnesindeki haklı bir ses arayışı mı?
BRICS genişlemesi, Batı merkezli kurumlara karşı alternatif bir küresel düzen arayışının bir yansımasıdır. Özellikle dolar egemenliğinden uzaklaşma, çok kutuplu bir dünya düzenine geçiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında ekonomik dayanışma gibi hedefler, bu genişleme adımının temelini oluşturuyor. 2023 Johannesburg Zirvesi’nde Arjantin, Mısır, Suudi Arabistan, Etiyopya, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran gibi ülkelerin üyeliğe davet edilmesi bu niyetin en somut göstergelerinden biridir.
Bu birliğin yeni üyelerle birlikte ekonomik ağırlığı ve jeopolitik etkisi ciddi oranda artabilir. Özellikle enerji, altyapı ve ticaret alanlarında bu ülkelerin potansiyeli, BRICS içinde yeni sinerjiler yaratma potansiyeline sahiptir. Ancak bu genişlemenin önünde bazı zorluklar da bulunmaktadır. Ülkeler arası siyasi görüş ayrılıkları, ekonomik istikrar farklılıkları ve ortak karar alma süreçlerinde yaşanabilecek sorunlar, BRICS’in etkinliğini sınayacaktır.
Her şey, 2001 yılında, Goldman Sachs adlı dev yatırım bankasının bir ekonomisti olan Jim O’Neill’in bir raporuyla başladı. O’Neill, 21. yüzyılın küresel ekonomisine yön verecek dört büyük yükselen pazar olduğunu öne sürdü: Brezilya, Rusya, Hindistan (India) ve Çin (China). Bu ülkelerin baş harflerinden yola çıkarak, akılda kalıcı “BRIC” kısaltmasını yarattı. Yani başlangıçta BRIC, siyasi bir ittifak değil, tamamen yatırımcılara yönelik bir ekonomik terimdi.
Ancak bu dört ülke, kendilerine biçilen bu “yükselen yıldız” rolünü o kadar sevdi ki, bu ekonomik terimi gerçeğe dönüştürmeye karar verdiler. Birbirleriyle daha yakın iş birliği yapmak, küresel meselelerde ortak bir ses oluşturmak amacıyla bir araya gelmeye başladılar ve 2009 yılında ilk resmi zirvelerini düzenlediler. 2010 yılında ise, gruba Güney Afrika’nın (South Africa) da katılmasıyla, blok bugünkü adını aldı: BRICS.
BRICS’in ilk yıllardaki temel amacı, mevcut dünya düzenine bir başkaldırıdan çok, o düzen içinde daha fazla söz sahibi olmaktı. ABD ve Avrupa’nın domine ettiği IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlarda, kendi ekonomik büyüklükleriyle orantılı bir temsil hakkı istiyorlardı. Kendi aralarındaki ticareti ve yatırımı artırmak da en önemli hedeflerinden biriydi.
Asıl büyük değişim ise geçtiğimiz yıllarda yaşanan büyük genişleme hamlesiyle geldi. 2024 yılı itibarıyla Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Mısır ve Etiyopya gibi ülkelerin de gruba davet edilmesiyle, BRICS adeta kabuk değiştirdi. Bu hamleyle birlikte BRICS, artık sadece “yükselen ekonomiler” kulübü olmaktan çıktı; dünyanın en önemli enerji üreticilerini ve stratejik su yollarını kontrol eden ülkeleri de bünyesine katan devasa bir jeopolitik bloğa dönüştü.
Bugün “BRICS+” olarak da anılan bu yeni yapı, dünya nüfusunun ve küresel ekonominin çok daha büyük bir kısmını temsil ediyor. Çin ve Hindistan gibi nüfus devleri, Rusya, Suudi Arabistan ve BAE gibi enerji devleri ve Brezilya gibi tarım devlerini bir araya getiren bu yapı, artık görmezden gelinemeyecek bir küresel güç haline geldi. İşte bu yüzden, bir zamanların yatırımcı raporu konusu olan BRICS, bugün Washington’da en çok tartışılan dış politika meselelerinden biri.
BRICS’ genişlemesiyle birlikte, grubun hedefleri de daha iddialı ve daha net bir hale geldi. Artık amaç sadece mevcut sistemde daha fazla söz sahibi olmak değil, o sisteme alternatif, yeni bir dünya düzeni inşa etmek. Temel felsefeleri, Soğuk Savaş sonrası kurulan ve ABD’nin merkezinde olduğu “tek kutuplu” dünya düzeninin miadını doldurduğunu ve artık “çok kutuplu” bir dünyaya geçilmesi gerektiği fikrine dayanıyor.
Bu hedefin en somut adımı, 2014 yılında kurdukları Yeni Kalkınma Bankası (New Development Bank – NDB) oldu. Genellikle “BRICS Bankası” olarak da anılan bu kurum, Batı kontrolündeki Dünya Bankası ve IMF’ye bir alternatif olarak tasarlandı. Amacı, üye ülkelerdeki altyapı ve sürdürülebilir kalkınma projelerini finanse etmek, ancak bunu yaparken genellikle IMF kredilerine eşlik eden o ağır siyasi şartları ve kemer sıkma politikalarını dayatmamak.
Ve geldik en çok konuşulan, en iddialı hedefe: “Dedolarizasyon”. Kulağa karmaşık gelse de anlamı basit: Dünyanın ABD dolarına olan bağımlılığını azaltmak. Bildiğiniz gibi, bugün uluslararası ticaretin (özellikle petrol gibi stratejik ürünlerin) büyük bir kısmı dolarla yapılıyor ve ülkeler merkez bankalarında rezerv olarak dolar tutuyor. Bu durum, ABD’ye inanılmaz bir küresel güç veriyor.
Peki BRICS ülkeleri neden dolardan bu kadar rahatsız? Çünkü doların bu hakimiyeti, ABD’ye küresel finans sistemini bir silah gibi kullanma imkanı tanıyor. ABD, istediği ülkeye yaptırım uygulayarak onu dolar sisteminden çıkarabiliyor ve ekonomisini felç edebiliyor (Rusya’ya uygulanan yaptırımlar en taze örnek). İşte BRICS üyeleri, kendilerini bu “dolar silahı“ndan korumak ve ABD’nin ekonomik baskısından kurtulmak için, ticareti kendi para birimleriyle yapacakları alternatif bir sistem kurmak istiyorlar.
Bu bağlamda sıkça BRICS genişlemesi ile birlikte “ortak BRICS para birimi” fikri de tartışılıyor. Ancak, üyeler arasındaki devasa ekonomik farklılıklar (örneğin Çin ve Etiyopya ekonomileri) nedeniyle bu, oldukça zor ve uzun vadeli bir hedef. Şu anki daha gerçekçi planları, kendi aralarındaki ticarette doları aradan çıkarıp, doğrudan kendi yerel para birimlerini (yuan, rupi, ruble vb.) kullanmak. Özellikle Suudi Arabistan gibi bir petrol devinin gruba katılmasıyla, petrol ticaretinde dolar dışı para birimlerinin kullanılma ihtimali, “dedolarizasyon” rüyasını her zamankinden daha gerçekçi kılıyor.
BRICS’in bu yükselişi ve iddialı hedefleri, doğal olarak Washington’da yakından takip ediliyor. ABD’li yetkililer, kamuoyu önünde BRICS’i “birbirinden çok farklı ve kendi içinde çelişkileri olan bir grup” olarak tanımlayarak tehdidi küçümsese de, kapalı kapılar ardında bu durumun ABD’nin küresel liderliğine yönelik uzun vadeli en ciddi meydan okumalardan biri olarak görüldüğü bir sır değil.
BRICS genişlemesi, dünyanın yeniden Soğuk Savaş dönemindeki gibi bloklara ayrıldığı bir döneme mi giriyoruz sorusunu akıllara getiriyor. Bir yanda ABD’nin liderliğindeki G7, G20 ve Batı ittifakı, diğer yanda ise Çin ve Rusya’nın öncülük ettiği, daha gevşek bağlara sahip bir BRICS bloku… Ancak bu yeni rekabet, eskisi gibi katı ideolojik (komünizm vs. kapitalizm) bir ayrımdan çok, ekonomik nüfuz, teknolojik üstünlük ve küresel sistemin kurallarını kimin koyacağı üzerine kurulu bir mücadele gibi görünüyor.
ABD için en somut tehdit, doların statüsünün sarsılmasıdır. Doların rezerv para birimi olması, ABD’nin çok daha ucuza borçlanmasını ve devasa bütçe açıkları vermesine rağmen ekonomisini ayakta tutmasını sağlıyor. Küresel ticarette doların kullanımının azalması, bu imtiyazın zayıflaması anlamına gelir. Bu bir gecede olmayacak, ancak on yıllara yayılan bir süreçte bile, ABD ekonomisi ve küresel gücü üzerinde ciddi etkileri olabilir.
Ancak BRICS’in de önünde ciddi engeller var. Bloğun en büyük zayıflığı, kendi içindeki çıkar çatışmaları ve rekabetlerdir. Örneğin, grubun en büyük iki üyesi olan Çin ve Hindistan arasında ciddi sınır anlaşmazlıkları ve stratejik bir rekabet bulunuyor. Ayrıca, Brezilya ve Hindistan gibi demokrasilerin, Çin ve Rusya gibi otoriter rejimlerle ne kadar ortak bir vizyonu sürdürebileceği de büyük bir soru işareti. Bu iç bölünmeler, bloğun tek bir yumruk gibi hareket etmesini zorlaştırıyor.
Tüm bu denklemin en önemli sonucu ise, “Küresel Güney”in yükselişidir. BRICS’in genişlemesi, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki gelişmekte olan ülkelerin artık kendilerine Batı tarafından dayatılan kurallarla oynamak istemediğinin en net göstergesidir. Onlar, artık dünya sahnesinde kendi rollerini kendileri belirlemek, kendi kurumlarını inşa etmek ve küresel meselelerde daha fazla söz sahibi olmak istiyorlar. BRICS, bu kolektif iradenin en güçlü platformu haline gelmiş durumda.
Sonuç olarak, bu hareketin temelinde, ABD liderliğindeki, dolar merkezli mevcut sisteme yönelik bir meydan okuma ve daha adil olduğuna inanılan çok kutuplu bir dünya düzeni kurma arzusu yatıyor. Kendi kalkınma bankaları ve dolara alternatif arayışlarıyla, bu sadece bir söylem değil, aynı zamanda somut adımlarla ilerleyen bir proje.
Elbette BRICS’in kendi içinde büyük zorlukları ve çelişkileri var ve doların saltanatı bir gecede sona ermeyecek. Ancak şurası kesin: BRICS genişlemesi ve yükselişi, dünya düzenindeki güç dengelerinin Batı’dan Doğu’ya ve Kuzey’den Güney’e doğru kaydığının en açık işareti. İçinde yaşadığımız bu tarihi dönüşümü anlamak için, bu birliğin adımlarını yakından izlemeye devam etmemiz gerekecek.
Hayatınızda hiç "keşke" dediniz mi? "Keşke o iş teklifini kabul etseydim…", "Keşke o ilişkiyi bitirmeseydim…",…
Bugün, adını bilmeyenimizin neredeyse kalmadığı, bir tıkla kapımıza dünyaları getiren bir devin, Amazon'un ve onun…
Haritaya baktığınızda, Çin'in hemen yanı başında duran o küçük ada ülkesi Tayvan, son yıllarda dünyanın…
Bankacılık denince pek çoğumuzun aklına hemen "kredi", "mevduat" ve tabii ki "faiz" kelimeleri gelir, değil…
Türk edebiyatının "Everest'i" olarak anılan, pek çok kişinin başlayıp yarım bıraktığı ama bitirenlerin de bir…
Şöyle bir hafızanızı yoklayın... Bankada o bitmek bilmeyen sıraları beklediğiniz, öğle arasına denk gelmemek için…