İçindekiler
Bütün dünyanın sonucunu dikkatle takip ettiği 5 Kasım 2024 ABD Başkanlık seçimi, ilgili yazımızda da tahmin ettiğimiz üzere Donald’ın galibiyetiyle sonuçlandı. Gerçi, yurt genelindeki toplam oylarda (popüler oylar) yaklaşık 5 Milyonluk farkı biz de beklemiyorduk. Bu bağlamda son dönemde olduğu gibi anket şirketleri yine yanıldı. Bu yanılgının dışında seçim sonuçları ABD’nin mevcut başkan yardımcısı Kamala’ya ağır bir hezimet yaşattı. Peki, herkesin beklentisinin aksine bu kadar büyük bir farkla bu seçimi Trump nasıl kazandı ve Harris neden kaybetti? Sonuçta, bir kısmını genelde demokratların kazandığı Michigan gibi salıncak eyaletlerin neredeyse tamamı ile ABD yasama organı olan kongreyi oluşturan iki alt meclisi, yani temsilciler meclisi ve senato da Cumhuriyetçilerin eline geçmiş durumdadır. Amerikan siyaset tarihinde eşine çok az rastlanan müthiş bir geri dönüşle tekrar başkan seçilmenin dışında bütün meclisleri de kontrol altına alacak çoğunluğa ulaşmış olmak onu önümüzdeki dört yıl için erişilmesi çok zor olan bir güç konumuna getirecektir.
Bu noktada böylesine önemli bir galibiyetin detaylarına inmek gerektiğine inanıyoruz. Unutmayalım ki bu seçimin sonucu bütün dünya siyasetini en azından dört yıl etkileyecektir. Bu bağlamda konuyu alt başlıklara ayırmak gerektiğini düşünüyoruz.
Trump nasıl kazandı ve Kamala neden kaybetti konusunun nedenlerini sıralayacak olursak:
- Siyasi ve sosyal nedenler
- Kamala Harris popüler miydi?
- Demokratların seçim stratejisi hatası.
- Biden’ın adaylıktan çok geç çekilmesi.
- Göçmenler ve İsrail politikaları.
- Ekonomik nedenler
- Gıda enflasyonu konusu.
- Ekonomik büyüme gerçekten etkili mi?
Trump Kazandı: Harris Yanlış Aday?
Amerikan siyasetini takip edenler Kamala’nın 2019 yılında ABD Başkanlığı için aday olduğunu hatırlayacaklardır. O dönemde eski bir başsavcı olan adayımız demokrat parti içinde muhafazakâr çizgiye en yakın kişilerden biri olarak biliniyordu. Yani, aslında Harris sağa yakın, cumhuriyetçilere göz kırpan biri olarak parti içinde çok da popüler olmayan bir kişiydi. Bu durumu 2020 başkanlık adaylığı için demokrat parti içindeki ön seçimden rahatlıkla görebiliyoruz. O dönem yapılan ön seçimde yaklaşık yüzde 1 oy alan K.Harris doğal olarak aday olamamıştı. İlgili ön seçimlerde hatırlanacağı üzere Barney Sanders en popüler demokratik aday olmasına rağmen büyük bağışçı kapitalist şirketlerin adayı olan Biden ön seçimleri kazanıp 2020 seçimlerinde Trump’ın karşısına çıkmıştı. O dönem Joe Biden, bu büyük şirketlerin baskısıyla Harris’i başkan yardımcısı adayı olarak ilan etmişti. Bunun nedeni olarak da Barney Sanders’ın aksine Kamala’nın söylenenleri yapma konusunda direnç göstermediği ve yönlendirilmeye açık olduğu gösteriliyordu.
Söylemek istediğimiz şey aslında onun geçmişte de popüler olmadığı ve bir şekilde oldubittiye getirilerek büyük sermaye ve bağışçı grubunun adayı olarak Biden’ın yerine dayatıldığıdır. Bunu zaten demokrat parti seçmenlerinin seçime katılım oranlarındaki ciddi düşüşten de anlayabiliyoruz. Bu noktada Biden’ın seçime çok az bir süre kala başkan adaylığından çekilmesine de bağlamak mümkündür. Çünkü kendisi öyle bir zamanda çekilmiştir ki; yerine bir aday belirleyecek süre kalmadığından ve toplanan bağışları da bir başkasının kullanması mümkün olmadığından başkan yardımcısı doğal bir aday olarak dayatılmıştır. Bu da büyük bir stratejik hata olarak seçim tarihinde yerini almıştır. Yani Joe, belki de beş ay önce adaylıktan çekilse ve Demokrat Parti’de popüler olan heyecan verici bir aday ortaya çıksa seçim sonucu çok farklı olabilirdi.
Demokrat Parti Vaatleri (!)
Seçimin kaybedilmesinin ardından Cumhuriyetçilerin doğal sevinci kadar Demokrat parti içinde birbirini suçlama savaşı da başlamış bulunuyor. Bu aşamada en çok yapılan eleştirilerden biri de partinin en büyük vaadinin “Biz Trump değiliz!” şeklinde sloganlaşan ve temelini rakibine dayayan yaklaşımıydı. Yani, Demokrat parti “Ülkeyi biz yönetiyoruz ve her şey yolunda ancak Trump kazanırsa her şey berbat olacak” şeklinde bir yaklaşımdan fazlasını verememiş gibi görünmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki; seçmen psikolojisinde içeriği ne olursa olsun iki adaydan biri mevcut durumu diğeri değişimi savunuyorsa kişiler değişimi savunana oy verme eğiliminde olurlar. Yani, demokratların herhangi bir yeni vaat sunmamaları, seçmenlerinin katılım oranını düşürdüğü gibi oy verme eğilimlerini de etkilemiştir.
Seçimden sonra Trump nasıl kazandı sorgulaması yapan siyaset uzmanları göçmenler, kürtaj, Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail Hamas-Lübnan çatışmaları konusunda en azından vaatlerde bulunduğunu, demokratların ise sadece lafı gevelediğini belirtmişlerdir. Bu tür sosyal ve siyasal olaylarda NATO ve uluslararası iş birliğini savunduğunu iddia eden bir partinin aksiyon alamaması seçmenler açısından olumsuz etki bırakmıştır. Bu bağlamda Cumhuriyetçilerin adayı gerçekleştirmesi şüpheli de olsa seçildiği takdirde hem Ukrayna’da hem de Gazze’de savaşı bitireceğini belirtmiştir. Bütün dökümansız göçmenleri de sınır dışı edeceğini belirten Donald, en azından bazı iddia ve vaatlerde bulunmuştur.
Tüm bu gerçekler ışığında belirtmek gerekir ki demokratların bu ürkek ve vaatsiz yaklaşımı özellikle 2020 yılında Biden’ın fazlasıyla oy aldığı siyahi ve hispanik seçmenler üzerinde olumsuz etki bırakmıştır. NBC’nin yaptığı araştırmaya göre aşağıdaki ve yukarıdaki resimlerden de görebileceğiniz üzere siyahi Amerikan vatandaşlarının salıncak eyaletlerden örneğin Wiscinson’da Demokrat Parti’ye verdikleri destek neredeyse yüzde 10 azalırken Trump’ın desteği aynı eyalette yüzde 12 artmıştır. Ayrıca yine çok kritik bir salıncak eyalet olan Pensilvanya’da Güney Amerikalı oylar anlamına gelen hispanik seçmen oyları yine Harris açısından yüzde 10 azalırken rakibine 2020 seçimine göre yüzde 10 daha fazla oy gitmiştir. Bu örneklere sandığa gitmeyen Demokrat seçmeleri de eklersek seçim sonucundaki yaklaşık 5 Milyon oy farkını anlamaktayız.
Trump Nasıl Kazandı? Ekonomi!
Amerikan Başkanlık seçimlerinden önce yapılan anketlerde halkın en büyük sorunları sırasında “ekonomi” ve “göçmenler” konusunun ilk iki sırayı aldığını herkes biliyordu. Normal şartlar altında seçimi kazanmak isteyen bir partinin bu iki konu hakkında somut öneriler getirmesi beklenirdi. İşte tam da bu noktada Donald Trump yanına çok iyi bir pazarlama-marketing uzmanı olan Elon Musk’ı da alarak orta sınıf Amerikan işçilerine seslenmeyi başardı. Unutmayalım ki her ne kadar zenginlik olarak ülke ekonomisinin önemli bir bölümünü oluşturmasa da seçmen olarak toplamın neredeyse yarısını işçi sınıfı oluşturmaktadır. Bu noktada Demokratlar ve Kamala Harris ekonominin iyi olduğunu, enflasyonun düştüğünü ve borsanın coştuğunu belirtip yeni döneme dair Amerikan işçisine herhangi bir umut vermediler. Evet borsa coşmuştu ancak borsadaki toplam paranın yaklaşık yüzde 90’ı en zengin yüzde 1’lik kesimin elindeydi bu kesimin de sayıca yüksek bir oy potansiyeli yoktu.
Öte yandan ekonomik büyümenin alt kırılımları incelendiğinde bu büyümenin zengin tüketim harcamaları ile kamu harcamalarından meydana geldiğini gören Trump işçi sınıfının bu ekonomik büyümeden hak ettiği tutarı alamadığını belirtip dış ticarete gümrükler getireceğini ve işçilerin üzerindeki vergileri azaltarak Amerikan işçisini daha zengin hale getireceğini belirterek bu sınıfın oyunu kazanmıştır. Demokratlar ise büyümeden ve coşan borsadan dem vurarak ekonominin kendi yönetimleri altında zaten iyi olduğunu belirtip herhangi bir değişim sinyali vermemişlerdir. Tam da bu noktada pandemi sonrası dünyada enflasyon gerçeğinin birçok mevcut hükümetin sonu olduğunu da belirtmek gerekir. Yani başta İngiltere’deki hükümet olmak üzere önemli ülkelerde halk artan enflasyonist süreçler nedeniyle yönetimlerine ceza kesmiştir.
Bu ceza dalgasından Harris ve Demokratlar da payını almıştır. Burada dikkat çekmek istediğimiz önemli bir husus var. Her ne kadar ABD ekonomisinde enflasyon düşüşe geçmiş olsa da seçmenlerin büyük kesiminin direkt sofrasını etkileyen gıda enflasyonu hala yüksektir. Yani insanlar lüks tüketim malzemelerinin fiyatlarını değil yiyecek fiyatlarının etkilerini hissederler. Siyasi yönetimin bu konu hakkında aşama kaydedememiş olması da seçimi kaybetmelerinde önemli bir etkendir.
Harris Neden Kaybetti!
Konuyu toparlayacak olursak Kamala Harris ve demokratların hiç tahmin etmedikler böylesine ağır bir yenilgi almalarının temelinde seçmen davranışlarını doğru analiz edememeleri yatıyor. Yani, gerçeklerden kopan ve güç zehirlenmesi yaşayan her siyasi iktidar gibi demokratlar da ekonomideki ve özellikle gıda fiyatlarındaki kötü gidişatı fark etmemiştir. Öte yandan halkın büyük bir bölümünü etkileyen başta Meksika sınırındaki sorunlar olmak üzere göçmenler konusunda adım atamamıştır. Seçmenler de bu tür davranış içerisindeki iktidara sırtlarını dönmüştür. Burada önemli olan sadece Cumhuriyetçilerin değil Demokrat seçmenlerin de sandığa yeterince katılım sağlamayıp yönetime bir ders vermek istemesidir.
Son olarak şu noktaya da temas etmek gerekir ki Harris’in seçim kampanyası dönemi içinde sürekli sağ söylemler kullanıp “gri alandaki cumhuriyetçi seçmenlerden” oy alma planı da tutmamıştır. Seçim sürecinde aşırı sağ cumhuriyetçi Dick Cheney’in desteğini aldığını bile açıklayan Demokrat aday, bu tür davranışlarıyla kendi tabanındaki seçmenlerin tepkisini çektiğini bile fark edememiştir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki bazı analistler bu tür davranışları yüzünden Trump’ın daha yumuşak versiyonu bir aday portresinin ortaya çıktığını belirtmişlerdir. Bu durumda da özellikle gri alandaki cumhuriyetçi muhafazakar seçmen kötü bir taklidi yerine Trump’ın kendisine oy vermeye karar verdiklerini belirtmiştir.
Bu bağlamda Trump nasıl kazandı diye soranlara kısaca şu şekilde özet yapmak mümkündür:
- Ekonomi ve özellikle gıda enflasyonuna demokrat başkan Biden’ın çözüm bulamaması,
- Göçmenler konusunda sağcı bir bakış açısı dışında bir söylem geliştirememesi,
- Halkın ve özellikle seçmenlerin çoğunu oluşturan işçi sınıfı ile orta direğin oyunu alamaması,
- Demokratlar içinde hiçbir zaman popüler bir siyasetçi olamaması.