tayvan krizi nedir
İçindekiler
Haritaya baktığınızda, Çin’in hemen yanı başında duran o küçük ada ülkesi Tayvan, son yıllarda dünyanın en tehlikeli gerilim noktalarından biri haline geldi. Bir yanda, küresel bir süper güç olma yolunda ilerleyen ve Tayvan’ı kendi “asi bir eyaleti” olarak gören Çin; diğer yanda, dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücü olan ve bölgedeki statükoyu korumaya çalışan ABD; tam ortada ise, kendi demokratik geleceğini belirlemek isteyen 23 milyonluk halk… Tayvan Krizi olarak bilinen, üçlü arasındaki gerilim, adeta bir satranç oyununu andırıyor ve her bir hamle, tüm dünyayı etkileyebilecek sonuçlar doğurma potansiyeline sahip.
Krizin kökenleri, 1949 yılında Çin İç Savaşı‘nın ardından Çin Komünist Partisi’nin Çin ana karasında iktidarı ele geçirmesiyle başlar. Yenilen Milliyetçi Parti (Kuomintang) liderleri Tayvan’a çekilmiş ve burada bağımsız bir yönetim kurmuştur. O tarihten bu yana Çin, Tayvan’ı ayrılıkçı bir vilayet olarak görürken, Tayvan halkının önemli bir bölümü ise kendilerini bağımsız bir ulusun parçası olarak tanımlamaktadır. Bu tarihsel ayrışma, bugün hala sıcaklığını koruyan bir çatışma potansiyeli yaratmaktadır.
Bu yazıda, bu son derece hassas ve karmaşık konuyu, komplo teorilerinden ve hamasetten uzak, en anlaşılır haliyle masaya yatıracağız. Her şey nasıl başladı, taraflar ne istiyor ve ABD’nin bu oyundaki rolü tam olarak ne? Gelin, bu küresel satranç oyununun şifrelerini birlikte çözelim.
Tayvan krizini anlamak için, zamanda geriye, 1949 yılına gitmemiz gerekiyor. O yıl, Çin’de yıllardır süren iç savaş, Mao Zedong liderliğindeki Komünistlerin zaferiyle sonuçlandı. Komünistler, Pekin’de Çin Halk Cumhuriyeti’ni (ÇHC) kurarken, iç savaşın kaybedeni olan Milliyetçi hükümet (Kuomintang), liderleri Çan Kay Şek ile birlikte Tayvan adasına kaçtı. Yani aslında sorun, bitmemiş bir iç savaşın mirasıdır.
İşin ilginç yanı, başlangıçta hem Pekin’deki Komünist yönetim hem de Tayvan’a kaçan Milliyetçi yönetim, “tüm Çin’in tek meşru hükümetinin” kendisi olduğunu iddia ediyordu. Yani ortada “iki ayrı ülke” iddiası değil, “tek bir Çin var ve onun gerçek sahibi benim” kavgası vardı. Yıllar boyunca, ABD başta olmak üzere Batı dünyası, Tayvan’daki yönetimi “gerçek Çin” olarak tanıdı ve Çin’in Birleşmiş Milletler’deki koltuğunda onlar oturdu.
Ancak 1970’lere gelindiğinde, dünya siyasetindeki dengeler değişti. ABD, Soğuk Savaş’ta Sovyetler Birliği’ne karşı bir denge unsuru olarak Komünist Çin ile yakınlaşmaya karar verdi. Bu stratejik değişiklik sonucunda, 1979’da ABD diplomatik tanımasını Taipei‘den (Tayvan’ın başkenti) Pekin’e kaydırdı. Bu, bir domino etkisi yarattı ve dünyanın neredeyse tamamı, Pekin’deki Çin Halk Cumhuriyeti’ni “tek meşru Çin” olarak tanımaya başladı. Tayvan, diplomatik olarak yapayalnız kaldı.
İşte bu noktada, Tayvan krizinin merkezindeki o meşhur kavram ortaya çıktı: “Tek Çin Politikası”. Bu politika, en basit haliyle, dünyanın büyük bir kısmının “tek bir Çin olduğunu ve Tayvan’ın da Çin’in bir parçası olduğunu” belirten Pekin’in pozisyonunu resmen kabul etmesi veya en azından “saygı duyduğunu” belirtmesidir. Yani bugün bir ülke, Çin ile resmi diplomatik ilişki kurmak istiyorsa, Tayvan ile olan resmi ilişkisini kesmek zorundadır.
Ancak ABD’nin durumu biraz daha karmaşıktır. ABD, Çin’in “Tek Çin Prensibi“ni değil, kendi yorumu olan “Tek Çin Politikası“nı uygular. Bu politika, Pekin’in pozisyonunu “kabul etmek” yerine, sadece “not ettiğini” (acknowledges) belirtir. Bu küçük ama hayati kelime oyunu, ABD’ye Tayvan ile gayriresmi de olsa güçlü ilişkiler (özellikle askeri ve ticari) sürdürme ve adanın kaderinin barışçıl yollarla çözülmesi gerektiğini savunma esnekliği tanır. İşte tüm gerilim, bu diplomatik belirsizlik alanında yaşanır.
Bugünkü Tayvan krizini anlamak için üç ana aktörün pozisyonunu net bir şekilde bilmemiz gerekiyor: Çin (Ejderha), ABD (Kartal) ve Tayvan (Ada). Her birinin kendine ait hedefleri, korkuları ve asla taviz vermeyecekleri kırmızı çizgileri var.
Bu Tayvan krizi ve siyasi gerilimin ortasında, dünyanın en kritik ekonomik kozu yer alıyor: Yarı iletkenler, yani çipler! Tayvanlı TSMC şirketi, tek başına dünyadaki en gelişmiş çiplerin %90’ından fazlasını üretmektedir. Akıllı telefonlardan arabalara, askeri sistemlerden yapay zekaya kadar her şey bu çiplere bağımlıdır. Tayvan’da çıkacak bir savaş, bu çip tedarik zincirini tamamen çökerterek küresel bir ekonomik felakete yol açabilir. Bu, Tayvan’ın en büyük güvencesi olan “silikon kalkanı“dır.
Kırmızı çizgiler ise gayet belirgindir. Çin için kırmızı çizgi, Tayvan’ın resmen bağımsızlık ilan etmesidir. Tayvan için kırmızı çizgi, demokratik sistemlerinin ve egemenliklerinin zorla ortadan kaldırılmasıdır. ABD için kırmızı çizgi ise, bölgedeki statükonun tek taraflı ve askeri bir güçle değiştirilmesidir. Tüm taraflar, bu kırmızı çizgilerin etrafında tehlikeli bir dans sergilemektedir.
ABD’nin Tayvan krizindeki rolünü en iyi özetleyen kavram, “Stratejik Belirsizlik”tir (Strategic Ambiguity). Bu, on yıllardır devam eden bir politikadır ve en basit haliyle şu anlama gelir: ABD, Çin’in Tayvan’a saldırması durumunda adayı askeri olarak savunup savunmayacağını kasıtlı olarak belirsiz bırakır. Yani, “saldırırsan kesin gelirim” de demez, “kesinlikle gelmem” de demez.
Bu belirsizliğin çift taraflı bir amacı vardır. Birincisi, Çin’i caydırmak: Pekin, bir işgal durumunda dünyanın en büyük askeri gücüyle karşı karşıya kalma riskini göze almak istemez. ABD’nin müdahale etme ihtimali bile, bir saldırı kararını zorlaştırır. İkincisi ise, Tayvan’ı dizginlemek: Eğer ABD, “ne olursa olsun sizi koruruz” garantisi verseydi, bu durum Tayvan’daki bazı siyasetçileri resmen bağımsızlık ilan etmeye teşvik edebilirdi. Bu da Çin’in kesin bir savaş sebebi sayacağı için, ABD bu kapıyı da açık bırakmak istemez.
ABD’nin bu politikayı desteklemek için kullandığı en önemli araçlardan biri, silah satışlarıdır. “Tayvan İlişkiler Yasası” uyarınca ABD, Tayvan’ın kendini savunması için gerekli olan savunma silahlarını (F-16 savaş uçakları, füzeler, savunma sistemleri vb.) sağlamakla yükümlüdür. Bu silah satışları, Tayvan’ın potansiyel bir işgale karşı direncini artırırken, Pekin tarafından her seferinde sert bir dille kınanır.
Bir diğer önemli araç ise askeri varlık ve diplomatik sinyallerdir. ABD donanmasının Tayvan Boğazı’ndan düzenli olarak savaş gemileri geçirmesi, bölgedeki varlığını ve “seyrüsefer özgürlüğüne” olan bağlılığını gösteren bir güç gösterisidir. Ayrıca, ABD’li üst düzey siyasilerin (Meclis başkanları, bakanlar vb.) Tayvan’a yaptığı ziyaretler de, adanın demokrasisine destek veren güçlü diplomatik sinyallerdir. Ancak bu sinyaller, Pekin tarafından “kışkırtma” olarak görülür ve genellikle Çin’in Tayvan çevresinde büyük askeri tatbikatlar yapmasıyla sonuçlanır.
Son yıllarda Trump için Washington’da, “Stratejik Belirsizlik” politikasının artık işe yarayıp yaramadığına dair büyük bir tartışma var. Bazı uzmanlar, Çin’in askeri gücünün çok arttığını ve artık bu belirsizliğin Pekin’i caydırmaya yetmediğini savunuyor. Onlara göre ABD, politikasını “Stratejik Netlik”e çevirmeli ve Çin’e karşı Tayvan’ı savunacağını açıkça ilan etmelidir. Diğerleri ise, böyle bir adımın Çin’i doğrudan bir savaşa provoke edeceğini ve felaketle sonuçlanacağını düşünüyor. Bu tartışma, krizin ne kadar dinamik ve bıçak sırtı olduğunu göstermektedir.
Tayvan krizini daha da karmaşık hale getiren şey, dünyanın teknolojik geleceğini elinde tutan o küçücük çiplerdir. Bu yüzden Tayvan’da yaşanacak bir kriz, sadece bölgesel bir savaş değil, tüm dünyayı sarsacak küresel bir ekonomik ve siyasi deprem anlamına gelir. Taraflardan herhangi birinin yapacağı küçük bir hesap hatası, öngörülemez sonuçlar doğurabilir.
Kısacası, Tayvan Krizi ve Boğazı’ndaki sular, sadece gemilerin değil, aynı zamanda 21. yüzyılın geleceğini belirleyecek büyük güçlerin de seyir halinde olduğu, son derece hassas bir bölgedir. Bu yüzden, dünyanın nefesini tutarak izlediği bu gerilimi anlamak, aslında içinde yaşadığımız dünyayı anlamaktır.
Hayatınızda hiç "keşke" dediniz mi? "Keşke o iş teklifini kabul etseydim…", "Keşke o ilişkiyi bitirmeseydim…",…
Bugün, adını bilmeyenimizin neredeyse kalmadığı, bir tıkla kapımıza dünyaları getiren bir devin, Amazon'un ve onun…
Son zamanlarda haberlerde, sosyal medyada sürekli karşınıza çıkan o beş harfli kelimeye dikkat ettiniz mi:…
Bankacılık denince pek çoğumuzun aklına hemen "kredi", "mevduat" ve tabii ki "faiz" kelimeleri gelir, değil…
Türk edebiyatının "Everest'i" olarak anılan, pek çok kişinin başlayıp yarım bıraktığı ama bitirenlerin de bir…
Şöyle bir hafızanızı yoklayın... Bankada o bitmek bilmeyen sıraları beklediğiniz, öğle arasına denk gelmemek için…