tutunamayanlar
İçindekiler
Türk edebiyatının “Everest’i” olarak anılan, pek çok kişinin başlayıp yarım bıraktığı ama bitirenlerin de bir daha asla unutamadığı o efsanevi eserden bahsetmeye geldik: Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ı. Bu kitap, sadece bir roman değil; bir labirent, bir felsefi sorgulama, bir isyan çığlığıdır. “Anlaşılması zor” ünü, pek çok okuru korkutsa da, aslında kapılarını aralamayı başaranlara bambaşka bir dünyanın anahtarını sunar.
Romanın merkezinde yer alan Selim Işık, “tutunamayan” bir karakter olarak, hayatın akışına ve toplumun beklentilerine uyum sağlayamayan bir entelektüeli temsil eder. Onun intiharı üzerine arkadaşı Turgut Özben’in başlattığı içsel yolculuk, okuyucuyu da derin bir sorgulamanın içine çeker. Bu sorgulama, sadece Selim’in hayatını anlamaya değil; aynı zamanda kendi varoluşumuza, aidiyet duygumuza ve toplum içindeki yerimize dair sorular sormamıza neden olur.
Tutunamayanlar, alışılmış roman kalıplarının dışında kurgulanmış bir yapıdadır. İç içe geçen anlatılar, bilinç akışı, parodiler ve uzun monologlar eserin edebi gücünü daha da derinleştirir. Oğuz Atay, dili ustalıkla kullanarak hem ironik hem hüzünlü bir atmosfer yaratır. Bu yönüyle roman, Türk edebiyatında postmodernizmin öncülerinden biri olarak değerlendirilir ve her okunuşta farklı anlam katmanları sunar.
Bu yazıda, o kalın ciltlerin ve karmaşık anlatımın gözünüzü korkutmasına izin vermeyeceğiz. Bir “Tutunamayanlar” kılavuzu gibi, bu efsaneyi adım adım, birlikte çözümleyeceğiz. Turgut Özben’in peşine takılıp, intihar eden arkadaşı Selim Işık’ın ardındaki sır perdesini aralayacak ve “tutunamama” halinin ne demek olduğunu anlamaya çalışacağız.
“Tutunamayanlar”, klasik bir olay örgüsüne sahip bir roman değildir. Yani, “giriş-gelişme-sonuç” şeklinde ilerleyen, kolayca takip edilen bir hikaye beklemeyin. Romanın merkezinde, tek bir sarsıcı olay vardır: Selim Işık adında genç bir mühendisin, arkasında pek bir iz bırakmadan intihar etmesi. Hikaye, Selim’in üniversiteden arkadaşı olan ve onun ölüm haberini bir gazetede okuyan Turgut Özben’in bu intiharla sarsılmasıyla başlar.
Turgut Özben, evli, çocuklu, düzenli bir işi olan, toplumun standartlarına “tutunmuş” sıradan bir adamdır. Arkadaşının bu ani ve anlamsız ölümü, Turgut’un o düzenli hayatını altüst eder ve onu bir arayışa iter. Bu arayış, romanın ana “konusu”dur: Turgut, Selim’in neden intihar ettiğini, onu bu sona neyin sürüklediğini anlamak için adeta bir dedektif gibi iz sürmeye başlar. Bu, sadece bir arkadaşının geçmişini değil, aynı zamanda kendi varoluşunu da sorgulayacağı bir yolculuk olacaktır.
Romanın anlatısı, Turgut’un bu arayışı sırasında karşılaştığı kişiler üzerinden, parçalı bir yapıda ilerler. Turgut, Selim’in hayatına dokunmuş olan diğer arkadaşları Süleyman Kargı ve Metin Kutbay gibi karakterlerle konuşur. Her biri, Selim’e dair farklı bir anı, farklı bir bakış açısı sunar. Ancak bu parçalar, bir yapbozun parçaları gibi bir araya geldiğinde bile, Selim’in tam bir portresini oluşturmaz; aksine, daha da gizemli ve karmaşık bir karakter ortaya çıkarır.
Hikaye; Turgut’un anlatımı, Selim’in geride bıraktığı günlükler, mektuplar, şiirler ve hatta Turgut’un Selim hakkında yazdığı ansiklopedik bir biyografi denemesi arasında gidip gelir. Oğuz Atay, bu farklı anlatım biçimlerini iç içe geçirerek, okuyucuya tek bir “doğru” sunmaz. Okuyucu da tıpkı Turgut gibi, bu parçaları birleştirerek kendi Selim Işık portresini yaratmaya çalışır. Bu, romanı zor ama bir o kadar da zengin kılan en önemli özelliğidir.
Turgut’un bu arayışı, zamanla Selim’i anlama çabasından çıkıp, Selim’leşme sürecine dönüşür. Selim’in düşüncelerini ve acısını anladıkça, kendi “tutunduğu” hayatın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu fark etmeye başlar. Romanın sonunda Turgut, ailesini ve düzenli hayatını terk ederek, nereye gittiği belirsiz bir trene binip ortadan kaybolur. Selim’in izini sürerken, aslında kendi “tutunamama” halini keşfetmiş ve o yolu seçmiştir.
“Tutunamayanlar”ın merkezinde, birbirinin adeta yansıması olan, Türk edebiyatının en unutulmaz iki karakteri yer alır: Turgut Özben ve Selim Işık. Onlar, modern aydının içindeki o ebedi çatışmanın iki farklı yüzüdür: Topluma uyum sağlayarak “tutunmak” mı, yoksa kendi iç dünyana sadık kalarak “tutunamamak” mı?
Turgut ve Selim, aslında birbirini tamamlayan iki parçadır. Selim, Turgut’un olmaya cesaret edemediği her şeydir. Turgut’un Selim’in hayatını araştırması, aslında kendi içinde bastırdığı, unuttuğu o idealist ve hassas genci arama yolculuğudur. Selim’in trajedisi, Turgut’un kendi hayatını sorgulaması için bir ayna görevi görür. Bu yüzden Turgut, Selim’i anladıkça kendine yabancılaşır.
“Tutunamayanlar” 1972’de yayımlandığında, Türk edebiyatı için adeta bir deprem etkisi yaratmıştır. O güne kadar yazılan romanların kalıplarını, anlatım biçimlerini ve dilini paramparça eden, postmodern bir başyapıttır. Oğuz Atay, bu eseriyle, edebiyatımızda yeni bir çağ başlatmıştır. Romanın “zorluğu” da büyük ölçüde bu devrimci yapısından kaynaklanır.
Romanın en temel teması, yabancılaşmadır. Atay, eserinde sadece bireyin topluma yabancılaşmasını değil, aynı zamanda Türk aydınının kendi tarihine, kültürüne ve halkına yabancılaşmasını da sert bir dille eleştirir. Selim Işık karakteri, bu topraklara “tutunamayan”, Batılı bir zihinle kendi ülkesinin gerçekleri arasında sıkışıp kalmış o aydının trajedisini simgeler. Bu, hem kişisel hem de toplumsal bir varoluş sancısıdır.
Oğuz Atay, romanını oyunsu ve ironik bir dille kaleme almıştır. Kitap, ağır felsefi temalarına rağmen, aynı zamanda inanılmaz derecede komik ve zekice esprilerle doludur. Atay, ansiklopedi maddeleri, şarkı sözleri, şiirler, tiyatro metinleri gibi farklı türleri romanın içinde bir araya getirerek, adeta okuyucuyla ve geleneksel roman anlayışıyla dalga geçer. Bu “oyun” hali, romanın o ağır melankolisini dengeleyen en önemli unsurdur.
Eser, aynı zamanda Dostoyevski’den (Yeraltından Notlar gibi), Joyce’tan, halk hikayelerinden, divan şiirinden ve pek çok farklı metinden izler taşır. Bu metinlerarasılık, romanın katmanlı yapısını zenginleştirir. Atay, bu teknikle hem dünya edebiyatıyla bir diyalog kurar hem de Türk kültürünün farklı unsurlarını modern bir potada eritir. Bu, onun entelektüel derinliğini ve edebi dehasını gösterir.
Sonuç olarak, “Tutunamayanlar” neden bu kadar önemli ve “zor”? Çünkü okuyucudan aktif bir çaba talep eder. Pasif bir şekilde okunup geçilecek bir hikaye değil, üzerine düşünülecek, geri dönüp tekrar okunacak, her okumada yeni anlamlar keşfedilecek bir bulmacadır. Romanın kendisi de, tıpkı karakterleri gibi, kolayca “tüketilmeye” ve “anlaşılmaya” direnir. Onun efsanesi de biraz bu ulaşılmazlığında gizlidir.
Oğuz Atay’ın bu başyapıtı, okuması sabır ve çaba gerektiren bir eser olabilir. Ancak o çabanın sonunda, size bambaşka bir edebi zevk ve kendi hayatınıza dair derin sorgulamalar vaat eder. Kolay değildir, çünkü anlattığı hayatlar da kolay değildir.
Onun zamana meydan okuyan gücü, her okuyucunun içinde bir parça Turgut ve bir parça Selim bulabilmesinden gelir. Bize şu soruyu sordurur: “Ben hayatın neresindeyim? Sıkı sıkı tutunanlardan mı, yoksa her an düşme tehlikesi yaşayan bir tutunamayan mıyım?”. İşte bu soruyu sordurabildiği için, “Tutunamayanlar” bir efsanedir ve hep öyle kalacaktır.
Hayatınızda hiç "keşke" dediniz mi? "Keşke o iş teklifini kabul etseydim…", "Keşke o ilişkiyi bitirmeseydim…",…
Bugün, adını bilmeyenimizin neredeyse kalmadığı, bir tıkla kapımıza dünyaları getiren bir devin, Amazon'un ve onun…
Son zamanlarda haberlerde, sosyal medyada sürekli karşınıza çıkan o beş harfli kelimeye dikkat ettiniz mi:…
Haritaya baktığınızda, Çin'in hemen yanı başında duran o küçük ada ülkesi Tayvan, son yıllarda dünyanın…
Bankacılık denince pek çoğumuzun aklına hemen "kredi", "mevduat" ve tabii ki "faiz" kelimeleri gelir, değil…
Şöyle bir hafızanızı yoklayın... Bankada o bitmek bilmeyen sıraları beklediğiniz, öğle arasına denk gelmemek için…